• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Durmuş AĞZIKÜÇÜK
Durmuş  AĞZIKÜÇÜK
durmusag1964@hotmail.com
MAĞARA
  • 0
  • 302
  • 25 Ağustos 2020 Salı
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Olmak istemediğimiz bir yol ağzında olduğumuzu düşünün… Oraya kadar sürüklemişler bizi… Devam etmeyi, bu yolu takip etmemizi bizim bilincimiz belirlememiştir. Ama o yoldan gitmemiz için savaşan güçler vardır, karşı konulması mücadele ve direngenlik isteyen… Arkamızdan iteklerler, “aslansın, kaplansın, Türk’sün, ey ümmet-i Muhammed!” diyerek heveslendirirler, gaza getirirler. Dayandıkları tek gerçeklik, senin kendi yolunu aramadaki güçsüzlüğündür. Bilirler seni, tanırlar! İçindeki savaşan güçleri senden daha iyi kavramışlardır. Sendeki düşkünlüğü, riyakârlığı, ahlaksızlığı, teslimiyeti, tembelliği… Senin bilince çıkartamadığın özünü, içine yapamadığın yolculuğu, askıya aldığın kimliğini, dağınıklığını, karmakarışık parçaların uyumsuz birlikteliğini… bilirler.

Güdülme katsayının aşırı yüksekliğini, hep kolay ve egemen olanla özdeşleşme isteğini, korkarak-pısarak ve risksiz yaşama atılımlarını bilirler ve seni oradan oraya kendi maceralarının içerisine sürüklerler… Bu da az riskli bir alan değildir elbette. Sadakatin de güvenlik sorunu vardır!

Bunu kavradığında ve yaltaklanmaktan vazgeçmeye karar verdiğinde bu kez onların yolunda yürümen için heveslendirme ve gaz verme eylemlerinin yerini asık suratlı ve acı veren sertlikle tehditler alacaktır. Kafanı çalıştırmaya başladığın her an artık güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalacaksın demektir. Burada Platon ustanın mağarasına bir göz atmamız gerekecektir…

Sokrates:

Şimdi, dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatıyım: Yer altında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar, ne de burunların ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarım bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getiriyor musun gözünün önüne? 

Glaukon:

Getiriyorum.  

Sokrates:

Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taşlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor. 

Glaukon:

Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar!  

Sokrates:

Ama tıpkı bizler gibi. Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanındakileri nasıl görürler? Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görürler, değil mi? 

Glaukon:

Ömürleri boyunca başlarını oynatamadıklarına göre, başka türlü olamaz.       

Sokrates:

Bölmenin üstünden gelip geçen bütün nesneleri de öyle görürler.  

Glaukon:

Şüphesiz. 

Sokrates:

Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olursa, gölgelere verdikleri adlarla gerçek nesneleri anlattıklarım sanırlar, değil mi?  

Glaukon:

Öyle ya.  

Sokrates:

Bu zindanın içinde bir de yankı düşün. Geçenlerden biri her konuştukça mahpuslar bu sesi karşılarındaki gölgenin sesi sanmazlar mı? 

Glaukon:

Sanırlar tabiî.

Sokrates:

Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez, değil mi? 

Glaukon:

İster istemez. 

Sokrates:

Şimdi düşün: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse, ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağı kaldıralım; başım çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. Ona demin gördüğün şeyler sadece boş gölgelerdi, şimdiyse gerçeğe daha yakınsın, gerçek nesnelere daha çevriksin, daha doğru görüyorsun, dersek; önünden geçen her şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu sorarsak ne der? Şaşıra kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikilerinden daha gerçek gibi gelmez mi?  

Glaukon:

Daha gerçek gelir. 

Sokrates:

Ya onu aydınlığın ta kendisine bakmaya zorlarsak? Gözlerine ağrı girmez mi? Boyuna başım bakabildiği şeylere çevirmez mi? Kendi gördüğü şeyleri, sizin gösterdiklerinizden daha açık, daha seçik bulmaz mı? 

Glaukon:

Öyle sanırım.  

Sokrates:

Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya, gün ışığına sürüklesek, canı yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek dediğimiz nesnelerin hiç birini göremeyecek hale gelmez mi? 

Glaukon:

İlkin bir şey göremez her hâlde.  

Sokrates:

Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da gözlerini yukarı kaldırıp, güneşten önce yıldızları, ayı, gökyüzünü seyredecek.  

Glaukon:

Her hâlde. 

Sokrates:

En sonunda da güneşi; ama artık sularda, ya da başka şeylerdeki yansılarıyla değil, olduğu yerde, olduğu gibi.  

Glaukon:

Öyle olsa gerek.  

Sokrates:

İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları yapan güneştir. Bütün görünen dünyayı güneş düzenler. Mağarada onun ve arkadaşlarının gördükleri her şeyin asıl kaynağı güneştir.  

Kaynak:

  • Platon, DEVLET: 7.Kitap, (Çev. Sebahattin Eyüpoğlu )
  • Remzi Kitabevi, İstanbul, 1937. (s. 514a -516 c)

İşte, içimizdeki tortulardan, bizim olmayan fikirlerden, bizi mağarada tutsak edenlerden ayrılıp, kendi iç sesimizi, yüreğimizin ve özellikle aklımızın sesini dinlemek mücadelesine değmez mi? Bu ne güzel bir kavgadır kim bilir, ne namuslu bir eylemdir…  Ne güzel, ne namuslu sestir bizi çağıran; “elini kolunu sağa sola çeşitli biçim ve kalıplarla hareket ettirip trafikteki düzeni sağlar gibi bize gideceğimiz yolu gösteren” kukla oynatıcılarının onursuz ve karanlık eylemlerine karşı…

Acımasızlardır onlar, “cambaza bak!” derler ve sen ipin üzerindeki göstericiye bakarken kendi namussuz işlerini görürler. Cambaz, türlü türlü gösteriler yapar, halkı oyalar. Sanat, eğitim, din ve hatta bilim alanlarında ve hayatın her alanında kurulu düzenin işleyişini gözlerden uzak tutmak için cambazlar hazırlanır… Halkı kandırmaya lazım olan tüm argümanlar cambazlar eliyle sahneye konulur. Dertleri, ezeli kavganın taraflarını net bir kesinlikte görmemizin engellenmesidir. Cambaza bakarken, soyup soğana çevirirler etrafı, canlara kıyarlar, beton dökerler her tarafa, etrafa “yaş kesen baş keser.” gibi – için için güldükleri riyakâr duygularla – atasözlerini belagat ustalığı ile nutk ederken, ormanlara zorbalığın en vahşi yöntemleriyle ve o iğrenç gürültülü sesli yıkım makineleriyle paralarına para ve mallarına mal katmak için girerler ve bedava yararlandığımız ender varlıklarımızdan, en hayati solumamızı, oksijenimizi çalarlar…

İhtişamlı şatolarının kulelerinden, plazaların tepesinden bakarlar aşağıdaki bit gibi, pire gibi, karınca gibi küçük varlıklara… Çok yüksekten ve alaycı bakarlar… Ayaklarının altındadır bu küçük varlıklar, istedikleri zaman ezebilecekleri…

     İmparatorlukları, mağaradakilerin zincirlere bağlı yaşamı kabul ettikleri sürece devam edecektir.


Durmuş AĞZIKÜÇÜK – Ağustos/2020

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.