• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Mesut ERDEMİR
Mesut  ERDEMİR
nicinfelsefe@hotmail.com
SPİNOZA, İRADE, FELSEFE, DİN, MENZİL VD.
  • 0
  • 241
  • 15 Haziran 2021 Salı
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

“İnsan için çalıştığından başkası yoktur. (36-44) Yoksa o Musa’nın ve o çok vefalı İbrahim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez.” (Necm suresi, 39. ayet)

Biat kültürünü benimseyen, hakkın bu denilip kendine sunulanla yetinen, evinde yiyecek ekmeği yokken isyan etmeyen, şeyhi zenginleşirken kendisi fakirleşen ve birde bu durumunu getirip kadere bağlayanların inandıkları dinden bigane oldukları o kadar açık ki…

Bu ülkede vahiy kaynaklı bir din anlayışına inanmadığı halde peygamberleri ve dinleri objektif olarak daha doğru anlayan bir çok ateist var. Ateistlerin en önemli avantajı felsefeyle de ilgilenmeleridir. Gelin görün ki inanan bir çok insan kendi inandığı dine bile kör olabiliyor. Çünkü vahiy kaynaklı dinlerin tanrısına inanmak yerine birileri tarafından şahsileştirilmiş tanrılara inanmak işlerine geliyor. Şahsileştirilmiş tanrılar hizmet, cemaat veya tarikat olarak karşımıza çıkabilir. Oysa inandığı dinin kitabının sayfalarını çevirme cesareti gösterse, birey olsa meseleyi çözecek.

Biliyoruz ki bütün peygamberler filozofik bir yaklaşım çerçevesinde iradesini kullanabilen imtiyazlı bireylerdir. Bu imtiyazlı olma durumu onlara hazır halde sunulmamıştır. Onlar kendi iradelerinin ve çalışmalarının bir ürünü olarak kendilerini durmadan inşa etmişlerdir.

Gelelim bizim memlekete musallat olmuş olan Menzil Tarikatına… Görün bakalım Müslümanların birey olmasının önüne bu yapı nasıl bir bent örüyor.

Bir müridin Menzil Tarikatı’na bağlanması için öncelikle şeyhten tövbe alması gerekir. Bu konuda Menzil’de gerçekleştirilen bir ritüelden söz edilir. Şeyhin tuttuğu ipe tutunan müridler şeyhin söylediklerini tekrar ederek birinci aşamayı geçerler, anlayacağınız müridler iradelerini şeyhe olduğu gibi teslim ederler. İkinci aşama ise “tövbe adabı”nda yazan talimatları yerine getirmek. Bu noktada birey buharlaşmış, yerini onun adına Allah pazarlık yapan aracı almıştır.

Ve yine bilinen bir gerçektir:

ZİHNİN KATILAŞMIŞ HALİNDEN KURTULMASI İÇİN DOGMATİK UYKUSUNDAN UYANMASI GEREKİR.

Kant, D.Hume, J. Meslier, Hypatia ve Turan Dursun bu halin ciddi bir biçimde eleştirisini yapmışlardır.

“Ben yüzyılların doğurduğu ölümüm.” diyerek bir ölçüde ölümü öldüren insan Turan Dursun’un hayatının çocukluk evresini anlattığı “Kulleteyn” adlı romanından alıntıladığım kısım insanı derin düşüncelere sevkeder. Romanda geçen bu olayı bu çoğrafyanın kültürüne uzak olan bir insan okusa, bu anlatının hayal mahsulü olduğunu düşünebilir. Oysa bu toprağın insanı bu anlatının bu topraklarda geçen gerçek bir olay olduğunu hemen anlar.

Bahse konu romanda geçen şöyle bir diyalog geçer:

“Ve işte “Türko”. 8-9 yaşlarında bir çocuk. Türk olduğu için almıştı bu adı. Seydo’ya yaklaştı.

– Bir sorgu sormah istirim.

– Sor “bavemin” (babam)! Sor babo! Sor kurban! Ne dirsen sor!

– Sen bu pis suda abdest aldın? !

– Estağfirullah, sen ne dirsin ula? Kulleteyn hiç pis olur (mu)?

– Olmuş işte! Sen de alıp ağzına koydun? !

-Ula kurban sen şeriati bilir misin? Şeriat kulleteyn’e “pis” demez hâşâ . Sen git dersini oku ! “Mes’le derin”, öğrenirsin hamma (ama ) illerde (ilerde). Hadi kurban git sen çalış, hadi ! İyi çalış dersine!”

Bu diyalogun bahsi olan kulleteyn “İki kulle” (yaklaşık 13 ton) su demektir. Durağan bir suyun temiz (tahir) sayılabilmesi için Şafii mezhebine göre bu kadar miktarda olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu içinde ne bulunursa bulunsun su temiz kabul edilir.

Bu durum, en sarih bir biçimde zihni katılaşmış bir insanın nasıl bir kör zihinsel atalete sahip olduğunun göstergesidir.

Felsefe tarihinde içinde yaşadığı cemaat tarafından ömür boyu afaroz cezasına çarptırılmış olan Spinoza’nın yaşadıkları ise katılaşmış zihnin bir toplumu nasıl esir alabildiğinin tipik bir örneğidir. Ahmet Arslan, Spinoza’nın zorunlu hürriyet fikrini şu şekilde açıklamaktadır:

Spinoza için özgürlük, herhangi bir nedeni olmayan davranışta bulunma yetisi değildir. Başka bir deyişle özgürlük, herhangi bir neden tarafından belirlenmişlik değildir. Tersine o, bir belirlenmedir. Ancak, bize yabancı olan, dıştan bir neden tarafından değil, bizim kendimiz tarafından belirlenmemizdir. Kısacası, Spinoza’ya göre, özgürlük bir kendini belirleme, self-determinasyondur. Gerçekten, nasıl ki biz bir ülkenin bağımsızlığından, yani özgürlüğünden bahsederken, onun başka bir ülkenin boyunduruğu altında bulunmaması, bu başka ülkenin iradesi tarafından belirlenmemesini anlıyorsak, aynı şekilde bir insanın özgürlüğünden söz ederken de, onun bir başka insanın veya grubun, toplumun iradesi tarafından belirlenmeyip kendi yasasını kendisinin koymasını anlamalıyız.

Gördüğünüz gibi bütün mesele birey olamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu durum; Kant’ın dediği gibi, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olamama durumundan kendi istek ve arzusuyla kurtulmaması,  insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışının bir sonucudur.

Sağlıcakla kalın…


MESUT ERDEMİR / Hazrian – 2021

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.