• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Sabri ABDULLAHOĞLU
Sabri  ABDULLAHOĞLU
sabriabdullah@yandex.com
Kur’an Kıssalarının Gerçeklik Değeri, Kaynağı ve Asrımızla İrtibatı Meselesi
  • 1
  • 719
  • 03 Mayıs 2019 Cuma
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Kur’an’da önemli ve geniş bir yer ihrâz eden konulardan bir tanesi hiç şüphesiz geçmiş ümmetler, peygamberler ve bazı önemli tarihî hadiseleri anlatan kıssalardır. Kimi müfessirlere (Kur’an yorumcuları) göre hacim itibariyle kıssalar, Kur’ân-ı Kerim’in üçte birini, kimisine göre ise üçte ikisini teşkil etmektedir.[1] Ancak Asr-ı Saâdet diye de adlandırılan Hz. Muhammed (sav) devrinde cereyan eden bazı olay ve savaşlarla ilgili haberler kıssalara eklenecek olursa, bu takdirde kıssaların Kur’ân’ın yarısını teşkil ettiğini söylemek yaklaşık bir gerçeği ifade etmek olur.[2] Bununla beraber Kur’an kıssaları içinde en büyük yekünü, peygamber kıssaları oluşturmaktadır.

Kur’an kıssalarının kaynağı, gerçeklik değeri ve asrımızla irtibatı gibi derin mevzulara girmeden önce bu konunun kavramsal çerçevesini ortaya koymak bu meseleleri daha net anlamamıza yardımcı olacaktır.

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Kıssa sözcüğü, Arapça “k-s-s” kökünden türetilmiş olup sözlükte; “anlatmak, haber vermek, nakletmek ve iz bırakmak” gibi anlamlara gelmektedir.[3] Yine sözlükte “bir kimsenin izini sürmek, ardınca gitmek; bir kimseye bir haber veya sözü bildirmek” gibi anlamlara gelen bu kelime, bir kimse veya bir şeye ait hadiselerin adım adım takip edilerek anlatılmasını, hikaye edilmesini ve bu niteliği taşıyan hikayeyi ifade eder. Kelimenin köken bilimine dair bu anlamı, kıssa türü hikayede olayın adım adım izlenecek nitelikte önemli ve ilginç olması ile doğru ve gerçekçi olması niteliklerini ön plana çıkarır. İşte kıssanın hikayeden farkı da bu nitelikleri dolayısıyladır. Çünkü esas anlamı “nakil (aktarma)” olan hikaye; gerçekçi-hayali, önemli-önemsiz başkalarına aktarılıp anlatılabilecek her türlü olayı içine alır. Kur’an’da yer alan kıssalar için “hikaye” kelimesinin kullanılmaması sözünü ettiğimiz bu ayrıma dayanır. Çünkü Kur’an kıssaları; ibret alınacak olan, tarihî doğruluk ve gerçeklik niteliği taşıyan olaylardır.[4]

Kur’an kıssaları, salt “hikaye etmek” anlamına gelmediği için bu özellikleriyle hikayeden büyük oranda ayrılırlar. Zira hikaye kavramı “gerçek veya tasarlanmış olayları[5] anlatan tüm yazı türleri için kullanılmasına karşın, kıssada “vakıa ile örtüşme[6], ona denk düşme” gibi özellikleri bünyesinde barındırır. Bu durumdan dolayı hikaye kavramı, genel olarak “gerçek” veya “tasarlanmış” olaylar için kullanılabilmesine karşılık; kıssa kavramı, “geçmişte gerçekleşmiş, fakat unutulmuş” olayları doğru bir şekilde anlatarak insanları o zamanda yaşatmayı amaçlamak için kullanılır.[7]

Kıssa sözcüğü Kur’ân-ı Kerim’de kullanılmaz. Ancak isim olarak “hikaye”, mastar olarak da “hikaye etmek” anlamında “kasas[8] ile aynı kökten türeyen fiiller kullanılır. “Kassa” fiili iki yerde “bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek[9], diğer birçok yerde ise “peygamberlerin hikayelerini anlatmak, nakletmek, hakkı, âyeti, rüyâyı izâh etmek, anlatmak[10] gibi anlamlarda kullanılmıştır. Aynı kökten gelen “kısâs” kelimesinin asıl anlamı iki kişiden her birinin diğerinin izini tâkip etmesidir. Bir fiil ve cezanın iki taraf için de geçerli (izlenmiş) olması sebebiyle terim anlamı kazanmış olup Kur’ân’da dört yerde[11] zikredilmektedir.[12]

Kasas kelimesi ve türevleri dışında Kur’an’da bu anlamda nebe’, enbâ’ ve hadîs sözcükleri de zikredilmektedir. Sözlükte “önemli, yararlı ve büyük haber” anlamına gelen nebe’ ve onun çoğulu olan enbâ’ ile bu kökten türeyen birçok fiil Kur’ân’da yer almaktadır. Hz. Âdem’in iki oğlu, Nûh, İbrâhim, Mûsâ ve Firavun, Âd, Semûd kıssaları ile kıyâmet ve gayb (âhiret) haberleri için nebe’ ve enbâ’ sözcükleri kullanılmıştır. “Yeni söz, hâdise” anlamına gelen hadîs sözcüğü de kimi âyetlerde “kıssa, hâdise, haber” mânâsında kullanılmıştır. Hz. İbrâhim’in misâfirleri[13], Mûsâ[14], Cünûd, Firavun, Semûd[15], kıyâmet[16], kıssa ve haberleri için hadîs kelimesi kullanılmıştır.[17] Ayrıca kitap ve sahife sözcüklerinin de yer yer kıssa için kullanıldığını görebiliyoruz. Müşriklerin, Hz. Peygamber’den bir âyet istemeleri üzerine, önceki kitaplardan misâl vermesi ve diğer peygamberlerin haberlerinin kitaplarda zikri bulunması buna örnek gösterilebilir.[18]

Bu minvalde değinilmesi gereken bir diğer sözcük de mesel sözcüğüdür. Sözlükte “örnek, mîsal, numune” gibi anlamlara denk düşen bu kelime de kıssa ile benzer içerik ve anlamda kullanılmıştır.[19] Genellikle “örnek alınacak söz” veyahut “terbiye ve ahlâka dair faydalı hikâye” biçiminde târif edilen[20] mesel çoğu zaman temslî, farazî veya hayalî olur.[21] Dolayısıyla tarihî gerçekliği olan bir hadise veya hikaye olma şartı yoktur. Kıssa ile meseli ayırt eden en önemli fark da aslında budur. Kur’an meselleri içinde her iki gruba da giren örnekler mevcuttur. Hz. Âdem ve İsâ’nın yaratılışının temsili, Ashâbü’l-Karye ve Meryemoğlu İsâ’nın meselleri ile Nûh, Lût ve Firavun’un eşlerinin temsilleri tarihî gerçeklik ifade ederken çölde ateş yakan adam, sağanağa tutulmuş kimse, su sanılan aldatıcı serap, sivrisinek, örümcek, karasinek, şiddetli rüzgarların savurduğu kül, aciz köle, efendilerin çekiştiği köle vb. temsiller sembolik ve farazîdir.[22]

Kur’ân, mesajını daha kavranabilir kılmak için muhataplarının bildiği kıssaları kullanmakla birlikte, mesel olarak adlandırılan, kurgulanmış senaryolara da yer vermektedir. Kimi tefsir bilgini mesellerde anlatılan olayların da gerçekleşmiş olaylar olduğunu düşünmüş ve söz konusu olayların kahramanlarının kimler olduğunu, nerede ve ne zaman vukû bulduğunu araştırma yoluna koyulmuşlardır. Bunun neticesinde başlı başına bir edebiyat geliştiği, ancak söz konu edebiyatın incelenmesi sonucu birbiriyle çelişik tespitlerin bulunduğu, dolayısıyla da bu edebiyatın bir bilgi değeri taşımadığı ve mesellerde önemli olanın, ilgili meselle verilmek istenen mesajın kendisi olduğu vurgulanmıştır.[23]

Etimolojik yönden incelendiğinde Grek kökenli “mythus” maddesinin kök anlamını, “söz”, “nutuk”; erken dönemde cereyan etmiş olanı anlatmak için kullanılan, ancak daha sonraları kelimeye, tümüyle negatif anlamlar yüklenmiş; “mitoloji”, hayalî bir anlatım içine kurgusal bir anlatıya hayali tanrıların, kendilerine insanüstü güçler yüklenen kahramanların hikayelerini katan ve arkaik zaman türüne ya da tarihsel zamanın ötesine uzanan bir anlatım biçimi olan[24] dahası hurafe ile aynı kefeye dahi koyulabilen[25] mitolojinin ise kıssadan çok farklı bir anlam muhtevasına sahip olduğunu da vurgulamak gerekmektedir. Çünkü mitler/mitoslar, tarihsel bir zemine dayanan kurgular olamayıp külliyen hayale müstenit, birey ya da kolektif şuur tarafından oluşturulmuş tasarımlardır.[26]

Kıssanın etimolojik yapısı ve Kur’ân-ı Kerim’de kullanılışı, anlam ve kullanıldığı bağlamlar ışığında kıssaya şöyle bir terimsel tanım biçmek mümkündür:

Kıssa, tarih boyunca insanların yaşamış oldukları gerçekleri ve gelecekte insanlara yol göstermek için öğüt olabilecekleri hikmetlerden söz eden; yaşamla bağı kurulduğunda daha iyi anlaşılabilecek, özellikle târih boyunca vahye muhatap olan muhitlerin tutum ve davranışlarına bizleri yönlendirerek, kimi zaman süreç ve mekândan bağımsız kimi zaman da olayların ayrıntılarıyla sunulduğu, Yüce Allah’ın râzı olacağı birey ve toplumun inşâsı için idrak ve anlayışımıza tevcîh edilmiş bir bilgi biçimidir.[27]

A) KUR’AN KISSALARININ GERÇEKLİK DEĞERİ

İnsanların hakikati, güzel ve iyi olanı zihinlerine/gönüllerine iyice yerleştirip ibret almaları, ilâhî mesaj ve hidâyet yolunu daha iyi idrâk etmeleri için, insanlık târihi boyunca ilâhî mesajın insanlığa sunulduğu semavî kitaplar silsilesinin son halkasını temsil eden Kur’ân-ı Kerim’in kullandığı üslup şekillerinden ve belki de en önemlilerinden birisi Kur’ân kıssalarıdır.[28] Buradan yola çıkılarak Kur’ân’ın, kıssalar vasıtasıyla insanlara “genel bir tarih bilinci” aşıladığını ve bununla dinî/ahlakî öğütler vermeyi de bir amaç edindiğini söylemek mümkündür.[29]

Meseleye bu amaç doğrultusunda yaklaştığımızda şunu bilmeliyiz ki, Kur’ân kıssaları, vuku bulan ibretâmiz hadiselerin bir anlatımı olup dalalete düşenlerin yeri ile hidayete erenlerin mertebesini ve dalalet ile hidayetin sonucunu bildiren İ’câzu’l-Kur’ân’ın (Kur’ân’ın erişilmez üstünlüğünün) birer tezâhürüdür. Dolayısıyla Kur’ân’ın, kurgusal bir tarih yerine, elle tutulur hadiselerin, tüm insanlığın yolunu aydınlatacak ilahî bir yorumu ve yansıması şeklinde önümüze çıkan tarih boyutu, tarihen hiç yaşanmamış hayalî olaylar üzerine yargıların inşa edilmesine manidir. Zira Kur’ân’ın beşer ve kâinat tarihi, kabullenilmiş beşerî realitelerin bir yargılanması, tahlili ve aslî hakîkate bir yönlendirmedir.[30]

Bu noktadan hareketle kıssaların tarihî açıdan gerçek hadiseler olmasının gerekliliğine ilişkin olarak kıssalarda mevcut olan kelimelerin semantiği, tarihî bilgiler, arkeolojik keşifler, tarih felsefesi, ders ve ibret cihetleri, sarih (açık) Kur’ân ayetleri açısından analiz ve değerlendirmeler yapılmak suretiyle kıssaların gerçeklik değerine ilişkin bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır.[31] Ancak modern çağda Kur’an kıssalarının tarihî gerçekliğini araştıran/sorgulayan din bilginleri, görünüşe bakılırsa batılıların hucumunu ve tesirine karşı Kur’ân’ı savunmak maksadıyla, Kur’ân’ın akla aykırı bir şeyi barındırmadığı, barındırır gibi görünen yerlerin ise mecazî veya sembolik olarak algılanabileceği ya da algılanması gerektiği düşüncesinde olmuşlardır.[32]

Kıssalar, yaşanmış bir olay hakkındaki bir brifingin zirveye ulaştığı, böylelikle insanlık için faydalı olan bir gerçeğin gün yüzüne çıkarak Allah’ın kanunlarından birinin gözeler önüne serildiği tarihî bir panoramasıdır. Bu sebepten ötürü Kur’ân kıssalarında hayal ve kurguya yer olamadığı gibi, abartıya da yer yoktur.[33] Kur’ân, naklettiği hadiselerin gerçeğe uygun olmalarına delil teşkil edecek bir tarih belirleme işine girmemiştir. Tamamen farklı olarak, hadiselerin objektif seyri ve bunların fert ve toplum hayatına akseden neticeleriyle, kendisinin onlar hakkındaki değer yargısının bütünlük, iç örgü ve kendisine özgü dinamizminin insicamını (tutarlılık) arz etmektedir.[34]

Zaten Kur’ân kıssalarının realiteden söz ettiği ya da etmesi gerektiği, kıssaların anlatımının hemen ardından getirilen ifade ve üsluptan da anlaşılmaktadır. Örneğin, Kur’ân’da Ashâb-ı Kehf kıssası anlatılırken Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. …[35] denmesi bunun en çarpıcı örneğidir. Yani burada “biz sana onların hak ve gerçekle iç içe, ona adeta bitişik olan haberlerini anlatıyoruz.” denilmek istenir. Bir kıssanın ve kendisi vesilesiyle meydana gelen olgulara ait anlatımların, Kur’an tarafından “hak ve gerçekle iç içe” olarak nitelendirilmesi, hiçbir kuşkuya mahal vermeyen kesinlik ve doğrulukla dopdolu bir tarzda sunulduklarını gösterir.[36]

Kimi oryantalistler, Kur’an’da zikredilen bazı kıssaların tarihî gerçeklerle çok bir bağının bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Roman ve hikaye türünden kimi edebî türlerin gerçeğe dayanmadıkları halde toplumu tesiri altına aldığını gören ve Batılı oryantalistlerin tazyiki ve saldırıları karşısında psikolojik baskılara maruz kalmış kimi Müslüman araştırmacılar; Kur’an kıssalarını gerçek olaylara dayandırma zorunluluğunun bulunmadığı, kıssaların hikmetlerinin aslında insanların ibret almaları olduğu ve onlardan ibret almaları için de gerçek olmalarının gerekli olmadığı iddiasını ortaya atmışlardır.[37]

Bazı Müslüman ilim adamlarının, Kur’an kıssalarının tarihî bir gerçekliğinin olmayabileceği düşüncelerini temellendirmede kullandıkları önemli bir diğer delil de, Kur’ân’ın tarih bilgisi sunmayı değil, öğüt ve ibret almayı amaçlamış olduğu görüşüdür. Dolayısıyla tarih bilgisi sunmanın hedeflenmemiş olmasından kaynaklı da, kıssaların tarihi bir gerçekliğinin olmayabileceğini düşünmek, Kur’ân’ın hak oluşuna halel getirmeyecektir. Fakat şunu da hemen vurgulamak gerekir ki, tarih bilgisi sunmanın hedeflenmemiş olması veya kıssaların edebî bir boyutunun var olması, kıssalarda aktarılan bilgilerin tarih dışı veya tarihe aykırı olmasını gerektirmez. Bu sebeble, tarih bilgisi aktarmanın amaçlanmamış olaması ile aktarılan bilgilerin bir tarihî gerçekliğinin olmayabileceği arasında nedensel bir bağın bulunduğunu düşünmek yanlış olacaktır.[38]

Kur’an kıssalarının tarihsel gerçeklik değerine ilişkin yapılan tartışmalara katılan ve bu sahada çalışanlardan özellikle Muhammed İkbal ve Muhammed Abduh gibi Müslüman mütefekkirlerce kısmen kapalı bir tarzda ifade edilip, Halefullah tarafından ise açıkça dile getiren[39] ve İslam ilim dünyasında ciddi yankılar uyandıran “Kur’ân’da mitolojik kıssa vardır.” ifadesi[40]ve Muahmmed Arkoun’un “Mitik bir yapının eşsiz örneklerini ihtivâ eden bilgilerdir.” iddiası ve bu düşünceye bağlı olarak söz konusu kıssaları modern dönem Müslümanların dîni ve ahlâkî tecrübelerine varoluşsal tarzda bir mânâ katacak biçimde yorumlamak, aslında bir tür demitolojizasyon, yani mitolojiden arındırma teşebbüsüdür.[41] Aslında Kur’ân’ın hak (gerçek) olarak nitelendirilmesi; onun tarihi realitelere uygun bilgiler içermesi yanında, “tarihsellik” çizgisini aşan özgün bir tarih çevresine sahip olması anlamına da gelmektedir. Bu yönüyle, profan bir yapının ya da zamanın ürünü diyebileceğimiz hiçbir söz, karakter ve nitelikleri belli olan mitolojiler ile uzaktan/yakından herhangi bir ilgi ve bağ kuramaz.[42]

Başka bir husus da hemen hemen bütün Kur’an kıssalarının anlatımında, bunların gayb (bilinmeyen) haberleri olduğu ve Hz. Peygamber’in bu hâdiselerin meydana geldiği devirlerde orada olmadığıdır.[43] Şayet kıssalar, gerçek hayattan alınmış yaşam kesitleri olmasaydı o zaman bu hususun ifade edilmiş olması gereksiz ve abes olmaz mıydı?[44]

Kur’an kıssalarının tarihî gerçekliğinin olmayabileceği veya kimi kıssaların mitolojik olabileceği fikrinin arka planında, rasyolanist anlayışın akıl dışı saydığı unsurların makul bir biçime sokulması gibi bir hedefinin bulunduğunu da söylemek mümkündür. Yani, kıssaların tarihî gerçekliğinin olmayabileceği fikri ile mûcize konusu arasında yakın bir ilişkinin bulunduğunu ifade etmek gerekmektedir. Zirâ bazı araştırmacıların kimi kıssaların tarihî gerçekliğinin olmayabileceği veya Kur’an’da anlatılan şekilden farklı bir tarzda anlaşılması gerektiği meselesi, çoğunlukla hârikulâde yönü bulunan, tâbir-i diğer ile mûcizevî ögeler barındıran kıssalar olduğunu söylemek mümkündür. Bu yaklaşım tarzını benimseyenler, mûcizevî yönü bulunan kıssaların ya tarihî gerçekliğini inkâr etme ve temsilî olduğunu savunma yoluna gitmişler veya sözün yapısal anlamının ötesine geçerek hârikulâde ögelerden temizlenmiş, dolayısıyla rasyonel anlayışla bir çatışma içinde bulunmayan bir yorumu tercih etmişlerdir. Bununla birlikte kıssaların tarihî gerçekliğinin olmayabileceği, yani edebî, sembolik/alegorik/metaforik bir yapı arz ettikleri fikrinin ileri sürülmesi, hepsinin mi, bir bölümünün mü veya hangilerinin sembolik/alegorik/metaforik olduğu sorusunu ister istemez akla getirecektir. Kıssalara bu şekilde bakmaya cevaz verenlerin verecekleri cevap ise farklılık arz edecektir. [45]

Bu konuyu, özetle şöyle diyerek noktalayabiliriz: Kur’ân kıssalarının özünü, “ibret” ve “öğüt” gâyesi oluşturmakla beraber, bu gâyenin gerçekleşmesinin teminâtı adına tarihî hâdiselerin sunulmasının temel şartı olan zaman bakımından bir tertîbe uyulmuyor olsa bile[46], Kur’ân kıssalarının Hz. Peygamber ve ümmetine bir teyid ve takviye olabilmesi için hayalî/düzmece olaylardan ve şahıslardan değil, tarih ve zaman çerçevesinde vukû bulmuş hâdiselerden bahsetmesi gerekir! Çünkü muhtevâsı her ne olursa olsun, gerçekle bağı bulunmayan, uydurma ve masal olan anlatımların geleceğin insanlığına, toplum ve fertlerine bir ışık oluşturan, zaman  boyutunda yaşayan “tarih içindeki varlıklara” tesir eden ruhî ve mânevî bir güç kaynağı olması mümkün değildir. Dolayısıyla söylence ve ütopyalarda anlatılan çekici ve göz kamaştıran ifade ve sahneler, duygu ve özlemlerimizi aşırı bir şekilde kamçılamanın ötesinde, insana en mükemmel olma açısından, tatbik edeceği ve gerçekleştirebileceği tarihsel bir model de sunmaktadır.[47]

B) KUR’AN KISSALARININ KAYNAĞI

Kur’ân-ı Kerim’in Allah Teâlâ tarafından irsâl edilen bir semâvî kitap olduğunu kabul etmeyen gayrimüslimler, Müslümanlarla ilişki içine girdikleri erken dönemlerden itibâren Kur’ân’daki malzemenin kaynağını tespit etme gayreti içine koyulmuşlardır. Nitekim gayrimüslimlerin, Hz. Peygamber’e … Kur’an’ı ona ancak bir insan öğretiyor …[48] iddiâsı ve daha ötesi olan Kur’ân’ı … Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir. …[49] biçimindeki nitelemeleri/ithamları, Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı bazı kaynaklardan temin etmiş olabileceğine dair ileri sürmüş oldukları birtakım iddialarından bazılarıdır.[50] Ama bu iddialar arasında iki iddia öne çıkmaktadır. Bu iddialardan biri, Kur’an kıssalarını “Kitâb-ı Mukaddes”e; diğeri, “Arap hitap çevresi ve nüzul dönemi Arap kültürü”ne dayandırmaktadır. Şimdi bu iki iddiayı, sırasıyla görmeye çalışalım…

1- Kur’ân kıssalarının kaynağını “Kitâb-ı Mukaddes”e dayandıran iddia

Ortaçağ tarihi boyunca gayrimüslimler -özellikle de Hristiyan apolojetik yazarlar-, Kur’ân’ın muhtemel kaynağıyla ilgili olarak benzer iddialar ileri sürmeye devam etmişlerdir. Bu iddialar içerinde üzerinde en çok durulan, Hz. Muhammed’in bir hocasının olmuş olabileceği iddiasıydı. Kitâb-ı Mukaddes ile Yahudi ve Hristiyan geleneğine dair bilgileri iyi bildiği ve bu bilgilerini Hz. Muhammed’e aktardığı düşünülen bu “yabancı hoca” iddiasıyla alakalı olarak -özellikle- iki isim üzerinde duruluyordu. Bunlardan bii rahip Bahîra, diğeri ise gizemli bir kişiliğe sahip olan Sergius’tur.[51]

Diğer taraftan Kur’an’daki Kitâb-ı Mukaddes’le ilişkili gözüken malzemenin özellikle de kıssaların Yahudi ve Hristiyan muhitlerden uyarlanmış olduğu iddiası/düşüncesi, Batı dünyasında kabul görmüş ve günümüzde de birçok oryantalist tarafından seslendirilmiştir. Ortaçağ Hristiyan araştırmacıları, Kur’an’daki bu alıntıların Hz. Peygamber sonrası bir dönemde uyarlandıkları kanaatini taşımaktadırlar. Ayrıca Kur’ân’a çeşitli eklemelerin yapıldığı ya da Kur’ân’ın farklı kaynaklara ve farklı tarihsel devirlere ait malzemeleri bünyesinde taşıdığı, dolayısıyla Kur’an’da tek bir kaynağın ve bütünlüğün söz konusu edilemeyeceği fikri R. Bell ve W. Montgomery Watt başta olmak üzere, birçok modern oryantalist araştırmacı tarafından da ileri sürülmüştür.[52]

Öte taraftan Kur’an’daki, Kitâb-ı Mukaddes’le ilişkili olan materyalin direkt olarak Kitâb-ı Mukaddes’ten değil, onun Kitâb-ı Mukaddes yorum ve tefsirleri ile Yahudi ve Hristiyan heterodoksisine dayanan kaynaklardan alınmış olduğu fikri de yaygın şekilde savunulmuştur. Bu minvalde başta Cluny tarikatı ekolüne müntesip Hristiyan araştırmacılar olmak üzere, Ortaçağda yaşayan birçok batılı, Kur’an kıssalarının kaynağının Eski Ahit’le ilgili apokrif metinlerin ya da Talmud olduğunu iddia ederler. Bu iddia, modern dönemde de yaygın bir şekilde ileri sürülmüş ve çoğu batılı modern araştırmacı, Kur’an kıssaların kaynağının, Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından Kur’ân öncesi dönemde Arabistan’a yayılan Kitâb-ı Mukaddes kıssaları olduğunu savunurlar.[53]

Kur’ân kıssalarıyla Eski Ahit kıssaları arasındaki ilişkileri kontekstinde önemi haiz diğer bir husus, kaynak olarak Kitâb-ı Mukaddes ile Kur’ân’ı aynı kefeye koyma ve Eski Ahit kıssalarına tatbik edilen eleştiri ölçütlerini Kur’ân’a ve O’nun kıssalarına da uygulama çabasıdır. Uzun bir tarihsel vetirede derlenen Kitâb-ı Mukaddes’teki tarihî realitelere muhalif, kendi içerisinde çelişkili ya da mitolojik materyali anlamaya çalışma ve bunları sembolik, alegorik ve benzeri yorum tekniğiyle izah etme konusundaki teşebbüsler erken diyebileceğimiz bir dönemde başlamıştır. Böylece Kitâb-ı Mukaddes’e yönelik ciddi araştırmalar başlatılmış ve bu doğrultuda Kitâb-ı Mukaddes; içerdiği yapı, biçim ve kaynak yönünden -mevsûk (güvenilir) bir kitap olup olmadığı-inceleme altına alınmış, tenkide tabi tutulmuştur.[54]

Meseleye objektif bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, Kur’ân kıssalarının kaynağının Eski Ahit olmayacağı açıktır. Çünkü her ne kadar -çoğunlukla- aynı kıssalar konu edinilmiş olsa da Kur’an kıssaları; temel vurgu, anlatım biçimi, yapı ve içerik bakımından Torah (Tevrat’ın ilk kitabı) kıssalarından farklıdır. Kur’an kıssalarında; tarihsel bilgilerin ön planda olmaması ve bu istikamette hadiselerin zaman, mekân, kahramanlar/ayrıntılar gibi özelliklerine değinilmemesi, Kur’ân’ın bütününe egemen olan “Tevhid merkezliğinin” ana fikir olarak hâkim olması; zıtlıklar, tutarsızlıklar ya da mitolojik unsurlara yer verilmemesi ve kıssaların hadiselerden ziyade mesajları vurgulamayı hedeflemesi; Kur’an kıssalarının, Torah kıssalarıyla bir olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte, tedvîn ediliş devri, içerdiği malzeme ve günümüze kadar ulaşma hikayesi zaviyesinden Torah, Kur’ân’ın dengi olan ya da Kur’an’la karşılaştırılabilecek bir kaynak değildir. Bu durumda, Yahudi ve Hristiyan dünyasında zaman içinde insanlar tarafından çeşitli tahriflere maruz kaldığı bilimsel olarak kanıtlanan ve bir bakıma insan ürünü olan Torah’ın tarihsel kaynaklarını tespit etme ve metindeki mitolojik, çelişik ya da bilimsel ve tarihsel verilere aykırı materyali anlama ve yorumlama konusunda yapılan çeşitli tenkit metotlarını, günümüze kadar hiçbir şekil ve şartta herhangi bir tahrife uğramadığı bilimsel olarak kanıtlanan ve ilahî bir ürün olan Kur’ân’a da uygulamaya çalışmak, metodolojik bir hatadır.[55] Zira, aynı kriterlerin uygulanması ve karşılaştırma, her yönden farklı olan değil, her yönden birbirine benzeyen, aralarında bir denklik söz konusu olan ve illetleri (sebepleri) aynı olan şeyler üzerinde yapılır.

Kur’ân’ın kaynağını Kitâb-ı Muakaddes’e yükleme teşebbüslerinde en çok öne çıkan iddia, Kur’ân’ın kıssaları ile Kitâb-ı Mukaddes’te anlatılan kıssalar arasında benzer unsurların mevcut olması iddiasıdır. Ancak Kur’an kıssaları ile Kitâb-ı Mukaddes kıssaları incelenirse, iki kıssa türü arasında şekil ve içerik yönünden büyük farkların olduğu görülecektir.[56] Örneğin Tevrât’ın, târih bilgisini ön plana çıkaran ve ayrıntılı bir biçimde târihî detaylara yer veren bir anlatıma sâhip olduğu görülecektir. Tevrat’ta zikredilen kıssalarda en bâriz şey, sunulan bilgilerin târih, mekan ve yer gibi özellikleri ihtivâ eden ciddî bir ayrıntıya sâhip olmasıdır. Öyle ki kimi zaman, amaç ve hedefi ikinci plana atarcasına yoğun bir ayrıntı sunumu göze çarpar. Mesela, Nûh Tufânı ile ilgili olayın anlatımında buna rastlanmaktadır. Burada, Hz. Nûh’un gemiyi nasıl inşâ ettiğinden, Tûfan sonrası meydana gelen olaylara ve Hz. Nûh’un soyundan gelen insanların listeler hâlinde uzun anlatımla sunulmasına kadar derin detay bulmak mümkündür. Buna mukâbil Kur’ân’da önemli bir yekün teşkil edilmesine rağmen Kur’ân kıssaları, Tevrat’ta olduğu gibi bir târih kitabı görünümü arz etmemektedir. Kur’ân kıssalarında bilhassa mekân, zaman gibi özellikler ve çoğu zaman olayların kahramanları aradan çıkarılmakla birlikte târih ögesi, hiçbir zaman verilmek istenen mesajın öne çıkmaz.[57]

2- Kur’an kıssalarının kaynağını Arap hitap çevresine ve nüzûl dönemi Arap kültürüne dayandıran iddia

Kur’an kıssalarının kaynağına dair bir diğer tartışma konusu ise Kur’an kıssalarının Kur’ân’ın Arap hitap çevresi ve nüzul dönemi Arap kültürü ile ilişkisidir. Bu ilişkinin esasının ise Kur’an’da yer alan kıssaların Arap kültüründe hâkim olan şekline Kur’ân’ın bir itirazının bulunmadığı ve var olan biçimiyle Kur’an’da yer aldığı iddiasıdır.[58]

Bu meselede şunu da belirtmek gerekir ki, batılı oryantalist araştırmacıların Kur’an’da zikredilen kıssaların Arap kültüründe var olan şekliye bir blok halinde alındığı düşüncesini ve böyle bir öncel yargının barındırdığı düşünce sistemiyle Kur’an kıssalarının kaynağını izah gayretleri, Kur’ân’ın birtakım çelişkiler içerdiği fikrini temellendirmekten öteye geçmemektedir. Çünkü bu konuda biraz bilimsel araştırma yapıldığında bu iddianın mesnetsiz/tutarsız bir iddia olduğu açıkça çıkmaktadır. Ayrıca Kur’an da bu iddianın doğru olmadığını ifade ediyor. Örneğin Kur’an’da Hz. Nûh kıssası anlatılırken, Hz. Nûh’a vahyedilen bilgilerin bazı gayb haberlerinden olduğu, dolayısıyla bunları daha önceleri ne Hz. Nûh’un ne de kavminin bildiği belirtilmektedir.[59]

Bu sebeple Arapların bilmediği kıssaların varlığı âşikardır. Esâsen burada, kıssaların Araplarca bilinen kıssalar olmasının ötesinde anlatılmak istenen husus, Arapların bilgilerinin temel alınması dolayısıyla târihî olarak birtakım yanlış ve çelişik bilgilerin kıssalarda mevcut olduğu iddiâsıdır. Ancak Kur’ân-ı Kerim Müslümanların yanında yanlış bilgi ve çelişki barındırmayan mahfûz bir kitaptır. Kaldı ki Kur’ân’ın bazı kıssalarının gayb bilgisi olmasının ifâdesi, o konuya dâir vahye muhâtap peygamberin ve kavminin bilmediğinin ifâdesidir. Burada üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken en önemli şey, Kur’ân’ın, indiği toplumun kültürünü ve dil yapısını gözetmiş olmakla birlikte, târihin belirli bir dönemine hasredilecek evrensel bir yönü bulunmayan târihsel bir metin olmadığıdır. Yani Kur’ân’da, târihsel yerel öge ve unsurların evrensel bir formda bulunduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla evrensel form, yerel, târihsel durumların yanlış mâlûmatlarını bünyesinde taşımasına engel oluşturmaktadır.[60]

Netice itibariyle Kur’ân’ın apaçık bir gerçeklik oluşu, onun kaynağı meselesini ilgilendirmektedir. O yüzdendir ki Kur’an, kendisinin hakkın ta kendisi olduğu gerçeğini, gündemden hiçbir zaman düşürmeyerek vurgulamış, kendisinde ilah dışı hiçbir müdahelenin gerçekleşmediğini ayan beyan bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in apaçık bir gerçeklik oluşu, onun tarihî olgulara uyumlu bilgiler içermesi yanında, “tarihîlik” yönünü aşan özgün bir tarih ve zaman perspektifine sahip olması anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim ile ne kronoloji ve tarih bakımından bir tenkide tabi tutulmuş Kitâb-ı Mukaddes, ne de mitolojik anlayış arasında benzerlikler kurmak kesin doğru bir hareket olmayıp, böyle bir gayret, Kur’ân’ın ancak bir vahiy ürünü olması mümtazlığına ayıkırdır.[61]

C) KUR’AN KISSALARININ ASRIMIZLA İRTİBATI

Kur’ân’ın peygamberlerle irtibatlı olarak bizlere sunmuş olduğu kıssaların, belirli bir zaman dilimi ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda asrımızla da ciddi bir alakası vardır. Kıssaların cereyan ettiği dönemdeki toplumlar ele alınırken, toplumdaki fertlerin, aralarındaki ilişki ve davranışlarının bir düzene sokulması amaçlanır. Onların olumlu ve olumsuz yönleri gözler önüne serilerek, Allah Teâlâ’nın tasvip etmediği davranışların yapılması durumunda toplumun başına geleceklere dikkat çekilir. İşte bu noktada üzerinde durulması gereken husus, kıssalarda belirtilen mükafat ve cezaların, geçmişle sınırlı kalıp kalmayacağı meselesidir. Yani asrımızda benzer davranışların sergilenmesi halinde, insanlığın aynı mükafat ve cezalarla karşılaşması söz konusu mudur?[62]

Kur’an’da zikredilen kıssaların, yürürlükte olabilmesi ve muhataplarına sorumluluk yüklenebilmesi için mutlaka Peygamberin o toplum içinde yaşıyor olmasını şart koşarak, bu kıssaların yalnızca nazil olduğu toplumu ilgilendiren hükümler içerdiğini ileri sürmek ve sonraki muhataplarını bu kıssaların ilk muhataplarına verdiği mesajdan muaf tutmak/mahrum bırakmak; Kur’ân’ı yalnızca indiği toplum için geçerli bir kitap konumuna indirgemek ve onu yedinci miladi asra hapsetmek olur ki, bu da onun ve İslâm’ın evrenselliğine, Hz. Peygamber’in de o dönemden başlayarak kıymete kadar sürecek zaman dilimi için gönderilen son peygamber olduğu realitesine ters bir anlayıştır. Nitekim Kur’ân’ın ilk muhataplarına yönelik helâk tehditleri ve mükâfatları, benzer davranışlarda bulunan sonraki muhatapları için de aynen geçerli olmalıdır. Yoksa Kur’ân’ın bu tehdit ve mükâfatları “o devrin muhâtaplarına has olarak gündeme getirilmiş, sonraki muhâtaplara hiçbir şey denmemiştir” gibi çelişik ve yanlış bir yola girilmiş olur. Ayrıca yüzlerce ayetten müteşekkil ceza ve mükâfatların kıymete kadar Kur’an metni içinde varlığını sürdürmesi, acaba bunların yersiz olduğu anlamına mı geliryor? Helâktan ve mükâfattan bahseden pasajları, bir tarih kitabında geçen bilgi gibi algılayıp benzer helâk şekillerinin bundan sonraki inkarcıların başına gelmeyeceğini, mükâfat şekillerinin de bundan sonraki muttakîlere verilmeyeceğini iddia etmek, Kur’ân’ın hem nüzûlü esnasındaki atmosfere, hem de Kur’ân’ın ruhuna/yapısına aykırı bir durumdur.[63]

Kur’an, hekâk ve mükâfâtın devam eden bir süreç olduğunu hem ilk muhataplarına, hem de sonraki muhataplarına yüksek bir sesle ve vurgulu bir biçimde haber vermiştir. Bu tehdit ve mükâfatlar daha sonra gelecek olan tüm inkarcıları da içine alan geniş bir çerçeveye sahiptir. Kur’an’da Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan önceki toplum ve bireylerin helâk edildiğine, uyanların ise mükâfatlandırdığına dair yeni bir hüküm getirilmemiş olması; bundan sonraki süreçte de benzer eylemler içine girecek olan toplum ve bireyleri de içine alacak ve kimisini tarih sahnesinden silecek, kimisini ise tarih sahnesinde üstün kılacak ilahî uygulamaların devim edeceğini açıkça ortaya koymaktadır.[64]

Aslına bakılırsa kıssaların dinî yaşantımız adına bizlere sunduğu çok önemli mesajlar vardır. Ancak kıssaların bizlere sunmuş olduğu bu mesajları doğru okuyabilmemiz için geçmiş peygamberler ve ümmetler döneminde cereyan eden hadiseleri, öncelikle o devrin şartları içerisinde ele alıp incelemek sonra da bulunduğumuz asrın şartları içerinde onları dikkatle analize tâbi tutmak gerekmektedir. Başka bir deyişle bir yandan o peygamber ve ümmetlerin vazifelerini kendi zamanları içesinde tahlil ederken, diğer yandan bugünkü konjonktür, zaman ve mekân şartları, günümüzün bilimsel verilerini hesaba katarak onları süzüp dersler çıkartmaya çalışmak icâb etmektedir. Zirâ o kıssaların her asrın insanına verdiği mesajlar vardır. İçinde bulunduğumuz zamanı, kendi konumumuzu ve şartları dikkate alarak onları günümüze uygulamaya, içtihada açık meseleleri onlardan istinbât etmeye çalışmalıyız.

♦♦♦

KAYNAKÇA


[1]       Bkz. “Kur’ân-ı Kerim’de Kıssalar”, Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Yıl: 1979, s. 37.

[2]       Bkz. İdris Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, Işık Yay., İzmir 1994, s. 27.

[3]       Ebu’l-Kâsım Râğıb el-İsfahî, el-Müfredât fî ğâri’l-Kur’ân, y.y., Beyrut 1996, s. 671-672; İbn-i Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem el-İfrikî, Lisânu’l-Arab, y.y., Kâhire tz., c. V, s. 3650-3652.

[4]       Bkz. İdris Şengül, “Kıssa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, c. 25, s. 498-499. (498-501).

[5]       Büyük Türkçe Sözlük, “Hikâye”, TDKY, Ankara 2005, s. 891.

[6]       Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 58.

[7]       Bkz. “Kur’ân-ı Kerim’de Kıssalar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Yıl: 1979, s. 38.

[8]       Bkz. Âl-i İmrân 3/62; A‘râf 7/176; Yûsuf 12/3; Kasas 28/25.

[9]       Bkz. Kehf 18/64; Kasas 28/11.

[10]      Bkz. Nisâ 4/164; En‘âm 6/57, 130; A‘râf 7/7, 35, 101; Hûd 11/100, 20; Yûsuf 12/35; Nahl 16/118; Kehf 18/13; Tâhâ 20/99; Neml 27/76; Mü’min 40/78.

[11]      Bkz. Bakara 2/178, 179; Mâide 5/45.

[12]      İdris Şengül, “Kıssa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, c. 25, s. 499. (498-501).

[13]      Bkz. Zâriyât 51/24.

[14]      Bkz. Tâhâ 20/9; Nâziât 79/15.

[15]      Bkz. Burûc 85/17.

[16]      Bkz. Gâşiye 88/1.

[17]      İdris Şengül, “Kıssa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, c. 25, s. 499. (498-501).

[18]      Bkz. Remzi Kaya, “Kur’ân-ı Kerim Kıssaları ve Düşündürdükleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 2, Yıl: 2002, s. 34. (31-58)

[19]      Bkz. Nûr 24/34; Furkân 25/39; Tahrîm 66/10.

[20]      Bkz. İdris Şengül, Kur’ân Kıssaları Üzerine, Işık Yay., İzmir 1995, s. 72-73.

[21]      Bkz. Bakara 2/62; Ra‘d 13/17; İbrâhim 14/24; Nahl 16/60.

[22]      İdris Şengül, “Kıssa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, c. 25, s. 499. (498-501).

[23]      Bkz. Ömer Özsoy/İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr Yay., Ankara 1996, s. 841.

[24]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir, 1993, s. 150.

[25]      Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 9.

[26]      Bkz. Sâdık Kılıç, “Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar”, I. Kur’ân Sempozyumu, Bilgi Vakfı Yay., Ankara 1994, s. 88. (87-98).

[27]      Bkz. Sâdık Kılıç, “Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar”, I. Kur’ân Sempozyumu, Bilgi Vakfı Yay., Ankara 1994, s. 88-89; Tahsin Görgün, “Kur’ân Kıssaları’nın Niteliği (Mâhiyeti) Üzerine”, “Kur’ân Kıssalarının Anlam ve Değeri”, Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1998, c. IV, s. 29; Fikret Gedikli, Sosyo Psikolojik Boyutları Açısından Kur’ân Kıssaları, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), SÜSBE, s. 59; Remzi Kaya, “Kur’ân-ı Kerim Kıssaları ve Düşündürdükleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 2, Yıl: 2002, s. 33. (31-58).

[28]      Bkz. İdris Şengül, “Kur’ân Kıssalarının Tarihî Değeri”, Diyanet İlmi Dergi, Yıl: 1996, Cilt: 32, Sayı: 4, s. 63.

[29]      Bkz. Fikret Gedikli, Sosyo Psikolojik Boyutları Açısından Kur’ân Kıssaları, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), SÜSBE, s. 61.

[30]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir 1993, s. 173.

[31]      Bkz. İdris Şengül, “Kur’ân Kıssalarının Tarihî Değeri”, Diyanet İlmi Dergi, Yıl: 1996, Cilt: 32, Sayı: 4, s. 177-181.

[32]      Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 126.

[33]      Bkz. Sâdık Kılıç, “Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar”, I. Kur’ân Sempozyumu, Bilgi Vakfı Yay., Ankara 1994, s. 89.

[34]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir 1993, s. 169.

[35]      Kehf 18/13.

[36]      Bkz. Mehmet Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası Yay., Konya 2004, s. 376.

[37]      Bkz. Mehmet Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası Yay., Konya 2004, s. 372.

[38]      Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 126.

[39]      Bkz. Şaban Karataş, Muhammed Ahmed Halefullah, Eserleri ve Kur’ân Tefsiri ile İlgili Görüşleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), MÜSBE, İstanbul 2002, s. 37-155.

[40]      Halefullah, el-Fennu’l-Kasasî fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, başlıklı doktora tezinde, inkârcılar ve oryantalistlerce Kur’ân’daki kıssaların târihsel gerçekliği yönünden tevcih edilen itirâz ve eleştirileri ortadan kaldırmak maksadıyla, Kur’ân’daki kıssaların edebî ve psikolojik etmenlerin asıl unsurlar olarak anlaşılması gerektiğini ifade eder. Ayrıca Halefullah, “Kur’ân’ın kıssalarını, muhâtabı olan insanların bilip inandığı şekilde olaylar üzerinde binâ ettiğini” ve metotla muhâtaplarına vâz-u nasîhat etmeyi, onları hidâyete erdirmeyi ve irşâd etmeyi hedeflediğini vurgular. Ona göre Kur’ân, kıssalarla târihsel bilgi vermeyi ya da târihsel belgeleri yayınlamayı amaçlamadığından, indiği devirde yaşayan muhataplarının zihninde zâten vâr olan (ve bâzen mitolojik karakter barındıran) materyali alarak, gerçekte vermek istediği mesaj için bir edebî vâsıta olarak kullanır. Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 54.

[41]      Bkz. Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Avrasya Yay., Ankara 2006, s. 46.

[42]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir 1993, s. 168.

[43]      Bu konudaki âyetler için bkz. Âl-i İmrân 3/44; Yûsuf 12/102.

[44]      Bkz. Mehmet Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası Yay., Konya 2004, s. 374.

[45]      Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 127.

[46]      Bkz. Hicr 15/61-75; Hûd 11/77-83.

[47]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir 1993, s. 127.

[48]      Nahl 16/103.

[49]      Ahkâf 46/17.

[50]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 49.

[51]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 50.

[52]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 51.

[53]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 52-53.

[54]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 53.

[55]      Bkz. Şinasi Gündüz, “Kur’an Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak Açısından Toran Kıssaları”, IV. Kur’ân Sempozyumu, Fecr Yay., Ankara 1988, s. 88.

[56]      Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 70.

[57]      Bkz. L. Peter Berger, Dinin Gerçekliği, çev. Ali Coşkun, İnsan Yay., İstanbul 1993, s. 175-176; Bkz. Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 71.

[58]      Bkz. W. Montgomery Watt, İslâmî Hareketler ve Modernlik, çev. Turan Koç, İz Yay., İstanbul 1997, s. 127; Şehmus Demir, Mitoloji Kur’ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan Yay., İstanbul 2003, s. 72-79.

[59]      Bkz. en-Nesefî, Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Tefsîru’n-Nesefî (el-Medârik), Eda Neşriyat, İstanbul t.y., c. II, s. 192; Ayrıca konuyla ilgili âyetler için bkz. Âl-i İmrân 3/44; Yûsuf 12/102.

[60]      Bkz.  “Kur’ân-ı Kerim’de Kıssalar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Yıl: 1979, s. 79.

[61]      Bkz. Sadık Kılıç, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim, Nil Yay., İzmir 1993, s. 204.

[62]      Bkz. Remzi Kaya, “Kur’ân-ı Kerim Kıssaları ve Düşündürdükleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 2, Yıl: 2002, s. 51. (31-58)

[63]      Bkz. Abdullah Emin Çimen, “Helâk, Devâm Eden Bir Süreç Midir?”, Usul İslami Araştırmalar, Cilt 2, sayı 1, Yıl 2005, s. 70-71. (39-71)

[64]      Bkz. Abdullah Emin Çimen, “Helâk, Devâm Eden Bir Süreç Midir?”, Usul İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 2, sayı 1, Yıl 2005, s. 71. (39-71)

Sosyal Medyada Paylaşın:

1 Yorum

  1. Selamlar, kendi çapında Kuran öğrenmeye gayret gösteren bir kişiyim. Örneğin Kuran’da önemsadiğim bir düşünce bu şahsi düşüncem. Allah bize ayetlerle nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini izah ediyor, izah ederken (peygamber) gibi tek bir sıfat kullanarak vahyi başından sonuna bize anlatabilecekken bu şekilde bildirmeyip Bazı ayetlerde Resül, bazı ayetlerde Nebi, bazı ayetlerde Elçi vb gibi sıfatlar ile bizlere ayetlerini tebliğ ettirdi, Tek sıfat kullanmadı (Peygamber) gibi, Kuran’ı tek bir sıfat ile (Peygamber)gibi okuyup anlamaya çalışanların Kuran’ın vermek istediği mesajı doğru anlayabileceklerini düşünmüyorum, bu tür tercümelerin’de Kuran’ın mesajını çarpıttığını Kuran okuyup ayetler üzerinde düşündükçe anlayabiliyorum, bu nedenle tercüme, yazı, makalelerinde tek sıfat (Peygamber) kullananların Tercüme, Makale, Yazılarında anlatmak istedikleri, izah etmek istedikleri durum , Ayetin anlatmak istediği gerçekten uzak olacağından önemsemiyorum, yani butür Tercümelerin Allah’ın mesajını örttüğünü düşünüyorum, yaklaşık 2 yıldır ayetleri (Peygamber) diye değil Allah’ın bizlere ilettiği şekilde sıfatları önceleyerek okuduğumda daha akli ve gerçek bir şekilde anlıyorum. Tek sıfat (Peygamber) kelimesi ile yapılan tercüme ve açıklamaların Allah’ın bizlere iletmek istediği mesajdan fersah, fersah uzak olduğu kanısındayım, yazdıklarım şahsi düşüncelerim. Selamlar

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.