VERİLEN SÖZLER VE NAİF/YORGUN YÜREKLER |
Verilen her sözün hem “halk” hem de “Hak” nezdinde büyük bir sorumluluğu vardır. O yüzden büyük milletler “söz” konusunda her zaman titiz davranmış ve verilen sözleri adeta “namus”ları gibi korumuşlardır. Zira sözünde durmak, asil insanların belirgin özelliğidir.
Ecdad, gerçekten bu konuda bizlere ciddi anlamda örnek olmuştur. Nitekim onlar, bu konuyu en başından “Söz, senettir.” diyerek en güzel şekilde tarif etmiş ve meseleyi daha başından tartışmaya kapatmıştır. Ecdadımızın mertlik ve sözünde durma gibi yüksek faziletleri, asırlar boyunca Batılı gezginlerin/araştırmacıların ve düşünürlerin dikkatini çekmiştir. Hatta önyargılı/art niyetli Batılı bazı şahsiyetler bile, bu meselede suskun kalamamışlardır. Örneğin; eski Avrupa’nın ünlü gezginlerinden Corneille Le Bruyn, 1732 basımlı beş ciltlik büyük seyahatnamesinde konuya dair şunları söyler:
“Türkler söz verince, kendilerine inanılmasını isterler ve gerçekten de inanılmaya layıktırlar. Çünkü Türkler sözlerine o kadar sadıktırlar ki, ser verirler, sır vermezler!”
Yine Batıda çokça tanınan İtalyan seyyah Comte de Bonneval, 1740 basımlı “Venedikliler ve Türklerle İlgili Anektodlar” adlı eserinde şu ifadeyi kullanır:
“Türkler sözlerine dindarca bir bağlılık gösterirler.”
İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy de bu milletin ecdadı gibi sözünün eri bir insandı:
Bir gün İstanbul Yeniköy’de oturan bir ahbabı ile öğlen 12’de Beşiktaş semtinde buluşmak üzere sözleşmişti. Ancak o gün yağmur fırtına birbirine karışmış, her tarafı sel basmıştı. Mehmet Akif bin bir zorlukla sırılsıklam bir vaziyette söz verdiği yere vaktinde gelmiş, fakat saatlerce beklemesine rağmen arkadaşı yeni teşrif etmiş idi. Ertesi gün özür dilemek için yanına gelen arkadaşına: “Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse, mazur görülebilir!’’ diyerek tam altı ay o arkadaşı ile konuşmamıştı.
Ancak gelin görün ki böylesi bir ecdadın (bırakın sözlerine) “ıslak imzalı senet ve çeklerine” dahi güven kalmayan şimdiki torunları için verilen sözlerin pek de bir kıymeti harbiyesi yok… Üstüne üstlük bu zamane torunların, verdikleri bu söz ve vaatleri yerine getirmek için yaptıkları planlar bile Nasreddin Hoca’nın dikenli tel örüp, buradan geçen koyunların pamuklarını toplayarak borcunu ödemeyi düşündüğünü anlatan şu fıkrayı anımsatıyor bizlere:
Nasreddin Hoca birinden borç istemiş, adam sormuş: “Hocam borcunu ne zaman ödeyeceksin.” Hoca, “Diken alacağım onları koyunların geçtiği yerlere dikeceğim. Yünleri dikenlere takılacak, ben yünleri toplayacağım sonra onları ip yapıp pazarda satacağım ve borcumu ödeyeceğim” demiş…
Peki insanlar niçin yerine getirmeyecekleri ya da getiremeyecekleri sözleri verirler?
Bu sorunun iki cevabı olabilir; ya karşı tarafı saf yerine koyuyor ve onunla eğleniyorlar ya da ağızlarından çıkanları ne akılları ne kulakları ne de vicdanları duyuyor, idrak ediyor. Halbuki bu tarzdaki vaat ve sözler; temiz, yorgun ve naif yüreklerde kimi zaman öylesine ciddi ümitler doğuruyor ki artık bu yürekler, bu ümitler ile yaşar durur hale geliyor. Bu vaat ve sözler yerine getirilmeyince de karşı tarafın ümitleri yer ile yeksan oluyor ve artık onların hayat ile adeta bağları kopuyor. İsterseniz bu gerçeği de çoğumuz tarafından bilinen şu hikâye ile daha da mücessem hale getirmek istiyor ve bundan çıkartmamız gereken dersleri; günümüzde, cami çıkışı el açan insanlara bozuk para verir gibi söz veren ve milletin aklıyla/umutlarıyla alay eden yetkili ve etkili kişileri de işin içine katacağınızı umarak sizlerin taktirine bırakıyorum:
Kral, dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza “Üşümüyor musun?” diye sorar. Muhafız “Ben alışığım Kralım” cevabını verir. Kral, “Olsun sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim” der ve gider. Ancak bir süre sonra içeri girdiğinde emri vermeyi unutur. Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini görürler; duvara da bir şeyler karalanmıştır ve şu yazmaktadır: “Kralım soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü.”
SABRİ ABDULLAĞLU – 2020/EKİM