KİTABİ BİLGİLER IŞIĞINDA HAÇLI SEFERLERİNİN NEDENLERİ (2) |
GİRİŞ
İnsanlık tarihinde eşsiz bir öneme sahip olduğunu defaatle ifade ettiğimiz haçlı seferlerinin ortaya çıkışında, başlangıç olarak kabul edilen Clermont Konsili, alınan kararlar ve izlenilen yoğun provakatif düşünceler bağlamında her defasında irdelenmeye muhtaç olmuştur. Bir önceki bölümde de adını geçirdiğimiz konsilin haçlı ruhunun oluşumunda ne kadar etkili olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu konsilin toplanılmasında ki başat aktör olan Odo de Lagery yani nam-ı diğer Papa II. Urbanus’un rolü tarih sayfalarında önemli bir yer tutmaktadır. Papalık görevine uzun bir katedral ve Cluny tarikatı[1] müritliğinden sonra selefi III. Victor’un da tavsiyesi ile kardinaller tarafından seçilerek 1088 yılında başlayan Urbanus kişilik ve görünüş açısından da bu göreve layık bir adamdı. Uzun boylu, sempatik sakallı bir çehreye, nezaketli bir tabiata ve ikna edici bir hitabete sahip, etkili bir izlenim bırakan bir adamdı.[2] Lakin papalık mülkü olan Vatikan’a geçişi seçimi kadar kolay olmamış, kendisinin papalığını tanımayarak Guibert’i[3] papa kabul eden Roma ve İmparator Heinrich’i kan dökmeden ve özellikle Roma dışında ki Hıristiyan diyarlarda paplığını resmen tanıtan Urbanus sabır ve metanetle ilerleyerek nihayetinde imparatorun oğlu Konrad’ı[4] da yanına çekerek, 1095 yılına gelindiğinde tüm Hıristiyan aleminin kabul ettiği ruhani lider ünvanını almıştı.
Daha önce de birçok defa değinilen Clermont Konsili aslında Hıristiyanlık aleminin İsa sonrası dönemde farklı coğrafyalarda toplanan ve dönemin önemli din adamlarının katıldığı toplantılardan sadece biriydi. Hatta M.S 325 yılında toplanıp İmparator I. Konstantin tarafından imparatorluğun resmi dini olacak olan Hıristiyanlıkta ki ihtilafların giderilmesi meselesinin yanında çok da önem arz eden bir amaç uğruna toplanmamıştı. Lakin Odo de Lagery yani Papa II. Urbanus’un konsilde alınan günlük dini kararlar ve tartışmaların ardından- ki bu konular içerisinde kral Philippe’in zina suçu ve Cambria psikoposunun Simonie[5] suçundan aforozları yer alır- yaptığı ve tüm katılımcıları derinden etkileyen o ünlü konuşması toplantının seyrini bambaşka ve kaçınılmaz bir sona doğru sevk etmişti. Urbanus sıraladığı bir dizi neden neticesinde kutsal kabul edilen topraklara bir sefer fikrini açıklamış ve sözlerinin he r zerresinde ruhani ve tanrısal bir eda ile konuşmuştu. Kudüs’ün içinde bulunduğu durum ile ilgili çizdiği karanlık tablodan sonra batı aleminin bu tabloyu aydınlatmasını istiyordu. Zengin ve fakir aynı şekilde yola dökülmeliydi. Tanrı’nı istediği işi yapmış olacaklardı ve Tanrı onlara yardım edecekti.[6] Papa’nın konuşması büyük bir heyecan uyandırmış, nutku dinleyen herkes sefere ruhen ve bedenen hazır hale gelmişti. Lakin konsilde hiçbir kral ve büyük lider yer almıyordu.
Konsilin ne kadar da dini duygulara hitap ettiği Urbanus’un şu sözlerinde açıkça beliriyordu. ’’Kardeşlerim, kim bunları kuru gözlerle duyabilir? Babasının evi caniler yatağı olmasın diye, alıcılar ve satıcıları coşkuyla dışarı attığı Mesih’in mabedi, şimdi şeytanın koltuğu haline geldi.’’[7] Urbanus’un Eski ve Yeni Ahit bezemeli sözleri zaten oldukça zor şartlarda yaşayan ve kendilerini lanetlenmişler ordusu olarak gören Orta Çağ Avrupalıları için adeta cennetin anahtarı gibiydi. Tabi ki bu sözler ile halk çoşarken asıl çoşması gereken siyasi erk henüz sessiz kalmıştı. Onları da ayaklandıracak siyasi ve tabi ki ekonomik nedenler de gerekliydi.
26 Ağustos 1071 günü Türklerin batı dünyası tarafından da artık ciddi bir tehlike olarak anılmaya başladığı gün olarak tozlu sayfalarda yerini almıştır. Malazgirt Savaşı ile Anadolu topraklarında ki etkinliğini arttırmaya başlayan Selçuklu Türkleri, sultan Alparslan’ın önderliğinde –ki kendisi Ebu’l Feth unvanı ile İslam dünyasının da siyasi kanadının resmi olmayan lideri idi- Anadolu fetihlerine başlamış ve kendine bağlılığını ispat eden komutanlarını bir nevi Avrupa’da ki feodal yapıya benzer beylikler kurma amacıyla Anadolu içerisinde akınlar yapmalarına müsaade etmişti. Bu durum Malazgirt’te yenilen Bizans İmparatoru Romanos Dioganes’in işini oldukça zorlaştırmıştı. Kendisi de bir nevi darbe ile başa gelen imparator bu başarısızlığının ardından kısa süre içinde tahttan bertaraf edilerek hakimiyeti sona ermişti. Malazgirt Savaşı Bizans tarihinin kesin felaketiydi. Bizzat Bizanslılarda bu hususta teselli hülyalarına dalmaktan uzaktılar. Bizans tarihi yazarları her vesileyle bu korkunç güne işaret ederler. Muahhar haçlılar, Bizans’ın Hıristiyanlığın koruyucusu olmak iddiasını savaş alanında yitirdiği fikrindeydiler. Malazgirt, işe batının müdahalesine hak verdirmiştir.[8]
Lakin Malazgirt sonrası dönemde özellikle de kutsal savaş çağrısının yapıldığı 1095 yılında aslında Bizans üzerinde var olan yoğun bir Türk baskısı bulunmamaktaydı. Bunda önemli etmenlerden biri de Selçukluların yaşadıkları iç meseleler sonucu sultan Melikşah ve devletin en önemli adamı olan vezir Nizamülmülk’ün şaibeli ölümleri sonrası yaşanan taht kavgaları ve Batini sorunuydu. Tabi ki doğuda hortlayan Moğol problemi de Türkleri ziyadesiyle rahatsız etmeye başlamıştı. Bu durum şunu gösteriyor ki aslında Latinlerin Malazgirt’i bir bahane olarak kullanıp neticesinde ortaya çıkan gelişmeleri hiç önemsemediği ve bunu sefere neden göstermesi durumuydu. Tabi papanın aradığı somut neden de bu düşünce yapısının kendini nasıl etkileyeceğini çok iyi kanıksayamayan dönemin Bizans İmparatoru Alexıous’un XI. Asırda pek çok örneği görülen, rutin paralı asker talebinde bulunması olmuştur.[9] Bu durumu Türklere karşı bir saldırı ve baskı nedeni gören Latinler askeri hazırlığı paralı yardımı yerine büyük ordular göndermek olarak algılamıştı[10]. Tabi bu durum Clermont kararlarının dayanaklarından sadece biriydi.
Latinlerin kendilerine savaş nedeni olarak gösterdiği bir diğer meselenin de Kudüs ve çevresinde yaşayan Hıristiyanların bölgede ki Türk ve Müslüman yöneticiler tarafından baskı altında tutuldukları ve dinlerini yaşamalarına izin verilmediği fikrini savunmalarıydı. Aslına bakılırsa 1095 yılına kadar geçen dönemde Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede Selçuklu hakimiyetinin etkinliği söz konusuydu. Lakin daha önce de bahsedildiği üzere Melikşah sonrası otoritesi çöken Selçuklunun bölge etkinliği zayıflayınca burada yer alan Müslüman feodaller –ki Selçuklu soyundan gelen yöneticiler- aralarında hakimiyet mücadelesine giriştiler. Dimaşk’da Dukak Haleb’de Rıdvan başarılı yönetim sergileyemedi.[11] Bu kargaşada Kudüs’ün hakimiyeti Artukoğullarının eline geçti. Bunların hükümeti zalimane ve etkisiz idi. Ortodoks patriği Symeon ve onun etrafındaki yüksek rütbeli rahipler Kıbrıs’a çekildiler.[12] Bu sırada ayrıca Mısır ve Trablus’ta da Şii Fatimi etkinliği artmış ve Musul atabeyi Türk lider Kürboğa’da Tutuş’un oğulları arasında ki kavgaya karışarak bölgede etkin olmaya başlamıştı.
Netice itibariyle bölgede Artuklular menşeili bir yönetim var ama bir o kadar da kargaşa söz konusuydu, bu durum tüccar ve din adamlarından gelen bilgiler ile batıya iletilmiş. Bu iletiler dini olarak kutsal Kudüs Hıristiyanlarına yardım edilmesi fikrini arttırmıştı. Aynı zamanda Müslümanlar arasında ki fırsatı bir daha zor gelecek olan kargaşadan faydalanmayı kati kılmıştı.
Haçlı Seferleri tarihsel açıdan bakıldığında çok uzun bir dönemi kapsamaktadır. İlk başta da belirtildiği gibi seferler sadece 200 yıllık bir süreçle kısıtlanamaz, nasıl ki nedenleri seferlerin başlangıcından yüzyıllar öncesine gidiyorsa, sonuçları da aynı minvalde yüzyıllar sonrasına gelerek günümüze dahi etki etmektedir.
İki bölüm halinde sunulan yazıda kitabi bilgiler ışığında döneme damga vuran olay ve düşünceler anlatılmaya çalışılmıştır. Dönem ile alakalı az sayıda kronikten çıkarımlar yapılarak onlarca eser ortaya koyulsa da Haçlı Seferleri hala daha araştırılmaya muhtaç bir meseledir. Seferler ile ilgili okuma yapılırken sadece adı doğrultusunda düşünülmemelidir. Çünkü seferler yalnız Hıristiyan değil aynı zamanda Müslüman ve Musevi tarihinde de çok büyük bir dönemi kapsamaktadır. Bundan dolayı seferler tarihi okunurken bazı değer yargıları ön planda tutulmalı ve kesinlikle başat kaynaklar ışığında irdelenmelidir. Bu sayede hem yaşadığımız coğrafyanın hem de günümüz dünya siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yapısının hangi şartlarda ortaya çıkıp nasıl değişimlere gebe olduğunu daha objektif görebiliriz. Yazımızın sonunda dönemin önemli figürlerini başında gelen Müslüman lider Selahaddin Eyyubi’nin haçlılara karşı şu sözü ile son vermek yerinde olacaktır.
“Frenklere bakın! Dinleri için nasıl gözleri dönmüşçesine savaşıyorlar; oysa ki biz Müslümanlar cihat yolunda hiç de ateşli değiliz.’”[13]
NİYAZİ OKAN ÇELEBİ – 2021/Şubat
KAYNAKÇA
[1] Fransa’nın Burgonya eyaletinin Kluni manastırında 910 yılında Auvergne Kontu Sofu Guillaume tarafından kurulan Hristiyan tarikatı. 9. yüzyılın başında Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan feodalite, kilisenin etkisini görece olarak kırdı ve din görevlileri yerel yöneticilere muhtaç kaldı. Kilise bunun karşılığında Kluni Tarikatı’nı kurarak örgütlendi. 910 ile 1157 arasında İspanya’dan Polonya’ya kadar 314 manastırdan oluşan bir ağ kurdular. Bu güçlenme, tarikat bünyesinden papa çıkarmaya kadar gelişti. 1088’de papa olan II. Urbanus bir Kluni Tarikatı üyesiydi
[2] RUNCİMAN, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, Cilt I, Çev. Fikret Işıltan, TTK,2019
[3] Normanlar tarafından kabul edilen papa, bu durum Vatikan’da Urbanus’un kabul edilmediği ve ihtilafın olduğunu gösterir
[4] Heinrich’den sonra imparator olacak olan Konrad Urbanus’u destekliyor ve onu kendine ruhani lider olarak kabul ediyordu.
[5] Simony kilise ofisleri, roller veya kutsal şeyler satma eylemidir.
[6] Bu nutuk haçlı kronikçilerinden beş kişi tarafından da verilmektedir. Fulcerıus, Monachus, Novigenti, Dolensis ve Willermus.
[7] Willermus Tyrensis Kroniği fasıl 15, AYAN, Engin,
[8] Tyrensis, WILLERMUS
[9] TUDEBODUS, Peter, Bir Tanığın Kaleminden I. Haçlı Seferi, Çev. Süleyman Genç
[10] Papalığın Bizans’a yardım isteği Türkler yönünde olurken, o dönemde Bizans’ın asıl sorunu olan batılı Norman ve Peçenek saldırıları Latinler tarafından yok sayılmıştır
[11] Melikşah’ın kardeşi Tutuş Suriye Selçuklu hakimiydi. Onun ölümü ile oğulları Dukak ve Rıdvan arasında basiret gösteren olmamıştır. Bu durum bölgede ki diğer beyleri hareketlendirmiştir.
[12] RUNCIMAN, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, I. Cilt, Ankara 2019
[13] MAAOLUF, Amin, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çev. Ali Berktay