ORTA ÇAĞ KAVRAMI ÜZERİNDEN TARİH İLMİ TANIMI |
Tarih bilimi diğer bilim dalları arasında inceleme alanı bakımından en geniş yelpazeye sahip bilim dalıdır. Bu bilim dalının günümüzde bu denli etkili ve asla eskimemesinin en önemli nedeni de malzemesinin insan olmasıdır. İnsan kendini ifade etmek ve varlığını, hem kendine hem de kendinden sonra gelecek olanlara kanıtlamak adına iz bırakmayı adet edinmiş en zeki organizma olarak bilinmekte ve bu yetisini varoluşundan bu yana sürdürmektedir. Buna rağmen insan medeniyeti ile alakalı bilgimizin çok fazla olmaması, elimizde birçok doneye ve önemli kanıta sahip olsak da, belki de 160.000 yıllık bir sürecin son 5.000 yılına dair genel geçer bilgilere sahipliğimiz önemli bir ironi olarak görülmektedir. Haliyle bu sürecin objektif anlatımının da zorluklara gebe olduğu su götürmez bir gerçektir. İnsanoğlunun ortaya çıkıp tarih sahnesinin aralandığı sürecin çok büyük bir bölümü yazısız yani tarih öncesi olarak adlandırılmasına karşın Mezopotamya’nın verimli arazilerinde hakimiyet kurmuş ve her geçen gün siyasi ve kültürel hegomonyasını artıran Sümer şehir devletlerinin kil tabletler üzerine kazımaya başladığı semboller ile başlayan sürece de yazılı tarih ya da tarih çağları adı verilmektedir. İnsanoğlunun gün geçtikçe gelişen teknolojisi, yaşam şartları ve siyasi yapısına karşın geçmişine dair hissettiği ve sanki kendi yaşamamışçasına her geçen gün daha da gizemli hale getirdiği tarihini irdeleyip araştırma hissiyatı artarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde yapılan çalışmalarda da tarihi doğru bakış açılarından irdelemek başat amaç olarak benimsenmiştir. Bu kanının ilim dünyasında yaygın olması ve bir çok ilim insanının bu düstur ile hareket ediyor olmasına rağmen, siyasi çalkantılar ve çıkarlar çoğu zaman ilimin önüne geçerek, toplumun bilgilendirilmesi gayesinden toplumun yönlendirilmesi gayesine geçiş yaptığı görülmektedir. Bu durumu en yoğun şekilde hissettiğimiz yapıda, tarih ilmine fayda sağlamak gayesiyle bölümlendirilen tarih çizelgesinde ziyadesiyle görmekteyiz.
Tarih çizelgesinde yer alan dönemler içerisinde insanoğlunun birbirinden bu denli farklı uğraş ve yaşam şartlarına sahip olduğu, dünyanın farklı her köşesinde birbirinden farklı uygulama ve inançların yer aldığı, insanların kendi toplumları dışında yer alan tüm diğer toplulukları kendi inanç çerçeveleri içerisinde şeytanlaştırdığı ya da ötekileştirdiği en belirgin dönem de tabi ki Orta Çağ sürecidir. Günümüz siyasi ve kültürel konjonktörüne o denli etki eden bir başlangıç olarak kabul edilir ki; dönem ile alakalı binlerce kaynak ve kanıta sahip olmamıza rağmen halen daha ne başlangıç ve sonucu ne de gerçekleşen olayların haklı ya da haksızı konusunda ilim dünyasının ortak bir noktada buluşamadığı görülmektedir. Tarih çizelgesinde yer alan tüm diğer dönemlerin anlatımında farklı toplumlar arasında mutlaka bir ya da iki ortak anahtar bulabilirken Orta Çağ için bu çok da mümkün olmamaktadır. Genel geçer literatürde Orta Asya’da ki malum nedenler neticesinde süre gelen göçlerini uzak coğrafyalara kaydıran atlı ve savaşçı Türk kavimlerinin Karadeniz kuzeyinden, Doğu Avrupa topraklarına inerek, önlerine çıkan batı menşeili atlı pagan toplulukların daha da batıya sürüklemeye başladığı Kavimler Göçü ile başlayıp, on asırdan uzun süredir türlü entrika ve çıkar çatışmalarının odağı olup etrafındaki siyasi güçlerin aralarında ki ayrılıkları yerinde tespitler ile doğru süzerek, kendi ayakta kalış çıkarlarına uygun hale getiren Doğu Roma’nın Türk sultan II. Mehmet tarafından yıkılarak Hıristiyan batıdan ziyade doğu toplumları arasında simge haline gelmiş şehrini fethetmesi ile son bulmuştur. Lakin bu donelerin o günlerde olmasa da yakın tarihimizde yaşanan siyasi ihtilaflar nedeniyle farklı coğrafyalarda farklı olaylar ile adlandırıldığı görülmektedir. Tarih ilminin olmazsa olmaz düsturlarından olan sebep sonuç ilişkisinin hiçe sayılarak, tarihin kronolojik düzenine aykırı bir tanımlama yapılmış ve yukarıda zikredilen Orta Çağ tarihi sınırlandırmaları, hegomonik anlayış ile değiştirilmiştir. Bu bağlamda yeni sınırlandırmalar Kavimler Göçü sonucu siyasi varlığı son bulan Roma İmparatorluğu’nun en zayıf parçası olan batı bölümünün yıkılması olarak başlatılırken dönemi neticelendiren olay ise II. Mehmet’in fethi sonrası Avrupa’da başlayan Rönesans yani yeniden doğuş süreci olarak düşünülmüştür. Lakin bu anlayış tarihsel sürecin kronolojik ve objektif işleyişini oldukça sarsmaktadır.
Orta Çağ’ı anlatmak bu denli meşakkatli bir uğraş olduğundan dönem ile alakalı araştırma yaparken, tek bir toplum ya da tek bir kahraman üzerinden hareketle ilerlemekte oldukça hatalı bir yöntem olacaktır. Bu bağlamda çizelgede yer alan diğer tüm dönemleri de Orta Çağ’ı da doğru anlayabilmek ve gerçek sınırlarını görebilmek adına tarihler yerine olaylar ve etkilediği nüfusa göre hareket edersek daha objektif sonuçlara ulaşacağımız kesin görünmektedir. Orta Çağ’ı da bu düstur ile ‘’savaş’’ kavramı çerçevesinde incelemek sürecin anlaşılması ve doğru anlatım planının çizilmesinde de en tutarlı yol olacaktır.
Tarih ilmi yaşanılan ile anlatılanı birbirine yakınlaştırmayı ve aynı çizgide ilerlemesini sağlamak amacında olmalıdır. Orta Çağ’ın ünlü İslam bilgini Ömer Hayyam’ın tabir ettiği gibi ‘’ Tarih kainatın vicdanıdır’’ anlayışı bu ilmin önemini ortaya koyarken aynı bağlam üzerinde tarihin objektiflik ilkesi doğrultusunda aktarılması da tarih ilminin insanlık alemi adına önemli sonuçlar doğurmasını sağlayacaktır. Özellikle anlatılmak istenen gerçeklerin siyasi ya da kültürel doğrular çerçevesinden değil de sadece doğrular üzerinden anlatılması tarihin gerçek amacı olmalıdır. Bu düstur üzerinde de en doğru sözün Mustafa Kemal Atatürk tarafından sarf edildiği unutulmamalıdır.
“TARİH YAZMAK, TARİH YAPMAK KADAR MÜHİMDİR; YAZAN YAPANA SADIK KALMAZSA DEĞİŞMEYEN HAKİKAT İNSANLIĞI ŞAŞIRTAN BİR HAL ALIR.”