• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Tarih / History
Tarih /  History
thehistorian3409@gmail.com
Boğazlar Nasıl Kaybedildi?
  • 0
  • 613
  • 08 Haziran 2019 Cumartesi
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Sürekli şunları duyuyoruz:

“Boğazlar’ı Lozan’da kaybettik.”

“Elin gemisi istediği gibi gelip geçiyor ve tek kuruş vergi alamıyoruz.”

“Ruslar boğazdan elini kolunu sallayarak geçiyor ve bazuka doğrultarak resim çektiriyor. Bir şey yapamıyoruz. Hep Lozan Antlaşması yüzünden.”

Çeşitli mahallerde çeşitli zevat tarafından dillendirilen  bu ifadelerden çıkardığım sonuç şu:

“Boğazlarda hiçbir hakimiyet sorunumuz yokken Milli Mücadele idaresi Boğazlar üzerindeki hakimiyetinden vazgeçti, bunun da karşılığında bir çıkarı oldu.”

 

Bu yazının amacı;

“Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki hakimiyetini tam olarak nasıl yitirdiğini ve Milli Mücadele ve sonrasına bıraktığı olumsuz mirası izah etmektir.”

O halde başlayalım…

Osmanlı Devleti’nin; Çanakkale Boğazı’ndaki hakimiyeti, 1354 yılında Süleyman Paşa’nın Gelibolu Kalesini fethi ile; İstanbul Boğazı’ndaki hakimiyeti ise II. Mehmet’in Fatih olduğu büyük fetih hareketi olan İstanbul’un alınması ile başlamıştır. Boğazlar ve Karadeniz üzerindeki hakimiyetini uzun süre tek başına devam ettirme ve tek başına karar almasına “Boğazların Kapalılığı İlkesi” adı verilmektedir. Osmanlı Devleti, 17.yüzyılın sonuna kadar Boğazlar ve Karadeniz üzerindeki bu ilkesini başarılı bir şekilde devam ettirmiştir. Ticareti geliştirmek istemesinden ve çeşitli siyasi sebeplerden ötürü;  1454’te Venedik’e 1536’da Fransa’ya, 1579’da İngiltere’ye ve 1598’de Hollanda’ya ticari kapitülasyon verilerek Boğazlar rejimi esnetilmişse de devletin siyasi, idari ve askeri anlamda güçlü olduğu ve Avrupa’ya gücünü kabul ettirdiği süreçte Boğazlar üzerindeki hakimiyeti zedelenmemiştir. 18. yüzyıl itibariyle ise bu kapitülasyonların Osmanlı Devleti’ni bir sömürge devletine dönüştürdüğünü göreceğiz. Tabii ki bu da başka bir yazının konusu…

Osmanlı Devleti siyasal, askeri ve ekonomik anlamda güçlü olduğu süre içerisinde, –ki bu süre 17. asrın sonlarına kadar devam edecektir- Boğazlar üzerindekini üst düzeyde koruyabilmiş, güçten düşmeye başladığı ve bunun tescillendiği 1699 Karlofça Antlaşması ve 1700 İstanbul Antlaşması ile Boğazlar tehlikeye açık hale gelmeye başlamıştır.

Boğazları doğrudan tehlikeye sokan 1700 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması ile Rusya Azak Kalesi’ni ele geçirmiş, yani Karadeniz’de gemi yüzdürmeye başlamıştır. Haliyle bu durum da, 1453’ten beri devam eden rakipsiz hakimiyetin tehdidi manasını gelmektedir ki 1700 yılından sonra Osmanlı Devleti, Boğazlar konusunda tehditlere maruz kalacaktı. 1711 Prut Savaşı’nda Azak Kalesi Rusya’dan geri alınmış ve Karadeniz’de tek hakimiyet yine sağlanmıştı. Fakat 1735-39 Osmanlı-Rusya-Avusturya Savaşları sonucundaki Belgrad Antlaşması ile Azak Kalesi yıkılmış ve çevresi Osmanlı ve Rus hakimiyetinden arındırılarak, Rusya bir süre daha Karadeniz’den uzak tutulmuştur. Taa ki 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar ki bu savaş bazı otoriteler için Osmanlı Devleti için sonun, yani çöküşün başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu savaşta İngiltere desteğiyle Akdeniz’e inip Boğazları tehdit eden Rusya, 7 Temmuz 1770 yılında Osmanlı donanmasını Çeşme Limanı’nda yakmıştır. Fransa’nın uyarısıyla ve meşhur Baron de Tott’un yardımıyla Çanakkale Boğazı tahkim edilmiş ve Rusya bu tahkimatı zorlamaya cesaret edememiştir.

Neticede bu savaş Osmanlı tarihinin en ağır antlaşmalarından biriyle sonuçlanmıştır ki, Sultan III. Mustafa yenilginin bunun üzüntüsü ve kahrıyla felç geçirerek vefat etmiştir. 21 Temmuz 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması içerik olarak çok çeşitli alanlarda maddeleri olmakla beraber biz şu an için sadece Boğazlar’ı ilgilendiren kısmına değineceğiz.

Bu antlaşma ile Rusya’nın Kırım’ı ilhak süreci başladı. Kırım bağımsız bir toprak parçası yapılarak Osmanlı Devleti’nden koparıldı ve 1783 yılında işgal edildi ve bu işgal Osmanlı Devleti’ne kabul ettirildi. Böylece Osmanlı Devleti Karadeniz’de rakipsiz olma vasfını yitirdi. Kırım’ın kaybıyla Karadeniz’de etkinlik kazanan Rusya büyük emeli olan güneye yani sıcak denizlere inme politikasında önemli bir adım atmış oldu. Şunu da belirtmek gerek ki,  Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Karadeniz’de avantaj sağlayan Rusya, Osmanlı Devleti’nden ticari haklar elde etmekle beraber, savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine, Akdeniz’e savaş gemilerinin inmesine kesin bir dille karşı çıkmıştır.

Boğazlarla üzerindeki Osmanlı hakimiyetini etkileyen bir diğer gelişme 19. yüzyılın başında İngiltere ile yapılan Kala-i Sultaniye diğer adıyla Çanakkale Antlaşması’dır (5 Ocak 1809). Bu antlaşmanın 11. maddesi ile Osmanlı Devleti, yabancı savaş gemilerine Boğazların açılmamasını İngiltere’ye kabul ettiriyordu. Bu da Osmanlı Devleti’nin yüzyıllardır benimsediği “Boğazların Kapalılığı” ilkesinin devletler arası bir belgede yer alması ve bu ilkenin yabancı bir devlet tarafından resmen kabul edilmesi anlamına geliyordu.

Boğazlardan ticari amaçla geçiş ve Karadeniz’de serbest ticaret hakkı Rusya ile imzalanan 7 Ekim 1826 tarihli Akkerman Antlaşması ile teyit edildi. Barış zamanı bütün ticaret gemilerinin geçişinin yanında, Karadeniz’in bütün yabancı gemilerine açılması 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması ile gerçekleşti. Bundan böyle Karadeniz, Osmanlı Devleti’nin bir gölü ya da diğer bir deyişle Türk Gölü olmaktan çıktı.

1832 yılında Suriye’yi silah zoruyla işgal edip, kendi hakimiyetine almaya çalışarak II. Mahmut tarafından âsi ilan edilen Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı karşısında Osmanlı ordusunun kendi valisiyle baş edememesi ve Mısır ordusunun Anadolu’nun içlerine kadar girmesiyle beraber yabancı devletler duruma müdahil olmuşlardır. İngiltere’nin arabuluculuğıyla imzalanan  6 Mayıs 1833 tarihli Kütahya Antlaşması’yla Mısır Meselesi geçici olarak savuşturulmuştur.

Kütahya Antlaşması’nı müteakip II. Mahmut ittifak arayışına girmiş ve Rusya’ya yaklaşmayı tercih etmiştir. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 8 Temmuz 1833’te Hünkar İskelesi (Beykoz) Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti, Kavalalı İsyanı esnasında Boğazlardan geçip Beykoz’a demirleyen Rus donanmasının geri çekilmesini sağlamakla beraber genel olarak antlaşma tehlike anında devletlerin birbirine yardımını ön görmekteydi. Gizli maddede ise Rusya’nın güvenliğini tehdit eden bir durum olduğunda Boğazlar’ın bütün savaş gemilerine kapatılması taahhüt ediliyordu. Böylece Rusya, Osmanlı Devleti eliyle Boğazlar üzerinde söz sahibi yapılıyordu.

1839 yılında Mısır Meselesi’nin tekrar ortaya çıkması ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın İstanbul’a yürüme tehlikesinin tekrar gündeme gelmesi üzerine Rusya, Hünkar İskelesi Antlaşması’nın kendisine verdiği yetkiyle Boğazlardan geçerek Osmanlı Devleti’ne yardım edecekti. Buna meydan vermek istemeyen İngiltere yaptığı siyasi teşebbüslerle tarafları ve büyük devletlerin temsilcilerini Londra’da biraraya getirdi. 15 Temmuz 1840 Londra Antlaşması’yla Mehmet Ali Paşa Mısır’la yetinmek zorunda kaldı ve Osmanlı Devleti’ni tehdit ettiği takdirde Avrupalı büyük devletlerin Boğazları savunması kararlaştırıldı. Bunun haricinde Boğazların barış zamanında bütün savaş gemilerine kapalı olması konusunda anlaşıldı. Böylece Hünkar İskelesi Antlaşmasıyla Rusya’ya verilen yetki Londra Antlaşmasıyla büyük Avrupalı devletlere de tanınmıştır. Bu antlaşma, Boğazlar Meselesinin müstakil olarak ele alınacağı Londra Boğazlar Sözleşmesi’ne de giden yolu açacaktır.

Mısır Meselesinin halledilmesinden sonra Londra’da Fransa, Rusya ve Prusya temsilcileri; Çanakkale ve Karadeniz Boğazları konusunda Osmanlı Devleti ile genel bir antlaşma imzaladılar (13 Temmuz 1841). Londra Boğazlar Sözleşmesi olarak isimlenen bu antlaşmaya göre;

boğazların barış zamanı yabancı devletlerin savaş gemilerine  kapalılığı ilkesi, Osmanlı Devleti’nin kendi takdirine bırakılmaktan çıkarılarak uluslararası yükümlülüklere dayanan bir kural haline getirilmiştir.

Bu sözleşmeyle;

Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarına müdahale edilmiş, Boğazlar üzerindeki tek başına söz söyleme, istediği devlet için boğazları açma veya kapama imkanını kaybetmiş, bu imkan artık uluslararası bir zemine oturtulmuştur. Sadece sava zamanı Osmanlı Devleti’ne istediği savaş gemisini boğazlardan geçirme hakkı tanınmıştır.

Bir örnek vermek gerekirse; 1849 yılında Macar Mültecileri Kossüth önderliğinde Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Bu durum Osmanlı ile Avusturya Devleti arasında bir mülteciler sorunu çıkarmıştı. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yalnız olmadığını göstermek amacıyla Amiral Parker komutasındaki Akdeniz filosunu Çanakkale Boğazından içeri sokmuş, bunun üzerine Rusya’nın İstanbul  elçisi Titof, Babıali’ye müracaat edip bu durumun ne anlama geldiğini sormuştur. Rus Hariciye Nazırı ise bu durumun 1841 sözleşmesine aykırı olduğunu, emsal teşkil ettiğini söyleyerek Rus donanmasının da Boğazlardan içeri girip lenger bırakabileceğini ifade ediyordu.  Yani güya kendi hakimiyet alanımızdaki Boğazlardan İngiliz Filosu içeri giriyor, Rusya ise bununla ilgili bize hesap soruyor ve aynısını yapmakla tehdit ediyordu.

Londra Boğazlar Sözleşmesi 1853 yılına yani Kırım Savaşı’nın çıktığı zamana kadar devam edebildi. Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne açtığı savaşta, müttefik olarak yanında İngiltere ve Fransa donanmaları Osmanlı Devleti’ne yardım için Boğazlardan savaş gemilerini geçirdi. Savaş sonunda Rusya yenildi ve 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi’ndeki Boğazlar statüsü aynen tekrarlandı. Fakat Karadeniz tarafsız bir deniz haline getirilerek bütün yabancı devletlerin ticaret gemilerine açık, savaş gemierine kapalı hale getirildi. Ayrıca Osmanlı Devleti ve Rusya’nın Karadeniz tersane ve donanma bulundurması yasaklandı. 1841 sözleşmesinde Boğazlardan barış zamanı savaş gemisi geçmesine izin verilmemesi durumu, savaş zamanını da kapsar hale getirilerek Osmanlı Devleti Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını bir parça daha yitirdi.

Rusya, Karadeniz ve Boğazlar konusundaki antlaşma maddelerinden hoşnut olmadı. 1870 yılında Almanya-Fransa savaşını fırsat bilerek Paris Antlaşması’nın Karadeniz ile ilgili hükümlerini tanımadığını ilan etti (31 Ekim 1870). Almanya da Rusya’nın yanında durdu. Osmanlı Devleti ise İngiltere’den yana tavır aldı. Londra’da Osmanlı, Almanya, Avusturya, İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya temsilcileri bir konferans toplandı. Konferans sonunda 17 Ocak 1871 tarihli yeni bir Londra Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre;

Karadeniz’in tarafsızlığı kaldırıldı. Osmanlı Devleti ve Rusya Karadeniz’de savaş gemisi bulundurabilecekti. Rusya böylece güneye inme yolundaki bir engeli kaldırmış oluyordu, Osmanlı Devleti ise Karadeniz kıyılarında hakimiyet elde edebiliyordu. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’ne Boğazları barış zamanı kapalı tutmayı yükleyen madde de iptal edildi.

Böylece Osmanlı yönetimi gerekli gördüğünde dost veya müttefik savaş gemilerini Boğazlardan içeriye alabicekti. Burada maksat Rusya’yı tehdit etmekti. Fakat aynı zamanda Osmanlı Devleti için büyük bir taviz oldu.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın Boğazlar üzerindeki hükmü; “barışta veya savaşta Rus limanlarına gelecek veya Rus limanlarından gidecek tarafsız ticaret gemilerine açık bulundurulacağı” yönündeydi. Bilindiği üzere bu antlaşmanın yürürlüğe girmemiş ve 14 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması da 1871 Londra Antlaşması’nı esas almıştır. Bu tarihten I. Dünya Savaşı’na kadar Boğazlar rejimi 1871 Londra Antlaşmasıyla belirlenmiştir.

Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti boğazları bütün yabancı savaş gemilerine kapatmıştır. Boğazların statüsündeki değişiklik ise Goeben ve Breslau isimli Alman savaş gemilerinin boğazlardan içeri alınmasıyla bozulmuş ve Osmanlı Devleti’ne büyük tepki oluşmuştur. Osmanlı Devleti gemileri satın alıp, isimlerini değiştirip, Türk bayrağı çekerek Sivastopol’u bombalayınca I. Dünya Savaşı’na Almanya ve Avusturya’nın yanında girmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Boğazları etkileyecek en önemli gelişme şüphesiz ki Çanakkale Savaşları ve sonuçları olmuştur. Çanakkale’den İstanbul’a ulaşarak Osmanlı Devleti’ne diz çöktürmek isteyen düşman donanmasına karşı duran başta Mustafa Kemal ve Osmanlı ordusu boğazlardan düşmanın geçişini engellemiştir. Fakat I. Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile de işgal dönemi başlamış ve Milli Mücadele’nin sonuna kadar Boğazlar ve Anadolu’nun çeşitli bölgeleri işgalcilerin kontrolünde kalmıştır.

Sonuç olarak;

Boğazlar uluslararası bir mesele olarak döneminin büyük devletlerinin gündemini uzun süre meşgul etmiştir. Boğazlarda üst düzey bir Türk hakimiyeti vardı, egemenlik haklarımız tamdı; fakat Lozan ve sonrasındaki Montrö Sözleşmeleriyle Boğazlar’ı kendi elimizle verdik gibi bilgilere itibar edilmemelidir. Boğazlar’ın Osmanlı yönetimindeki durumuna bakılmazsa, tarihi süreç içerisindeki statüsü dikkate alınmazsa ve anlaşılmazsa, verilen tavizler bilinmezse bugünkü Lozan ve Montrö’nün ön gördüğü Boğazlar rejimi tam manasıyla anlaşılamaz.

Bu yazıdan çıkarılmasını beklediğim sonuç şudur:

“Boğazları ne Lozan’da ne de Montrö’de kaybetmedik. Boğazlar üzerindeki hakimiyetimizi çok daha öncesindeki yapılan uluslararası veya ikili antlaşmalarla yitirmişiz.”

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.