İnsanın özgürlüğü meselesi düşünce tarihinde en tartışmalı konulardan biridir. Kant, özgürlük meselesini antinomi olarak değerlendirirken, kimi düşünürler doğal zorunluluklarla kuşatılmış ihtiyaçlarıyla tanımlanan insanın özgür olamayacağını ileri sürmüşler, kimileri de özgürlük yoksa insan ahlakından söz edilemeyeceği tezini savunmuşlardır. Spinoza özgürlük diye bir şeyin olmadığını tüm olan bitenin tanrısal bir nedensellikle cereyan ettiğini ileri sürmüştür. Budist düşünce insanın beklentiler tarafından kuşatıldığını ve bunlardan kurtulmadıkça Nirvana‘ya çıkamayacağını ileri sürerken beklentinin bir zorlama olduğuna vurgu yapmıştır. Onlara göre özgürlük, beklentilerden kurtulmaktır.
Bütün bu tartışmalar insanı fiziki yapısının doğal mekanik süreçler (causality), zihninin ise amaçsallık (reason) üzerine temellendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle fiziksel bir organizma kafatasının içinde bilinç taşımakta,kendi doğallığı ile bilinçliği arasında hiç bitmeyen bir gerilim yaşamaktadır. Fiziksel doğanın zorunluluğu ile bilincin özgürlüğü sürekli karşı karşıya gelmektedir. Bu durum onun en temel ve varoluşsal polariter zıtlığıdır.
Erdem, ahlaki yetkinlik olarak tanımlanabilir. Ahlak kendini düşünsel alanda vareder, pratik alanda gösterir ve bir davranışın ahlaki olup olmadığını anlamak ise onun bir zorunluluğa dayanıp dayanmadığına bağlıdır. Bizler zorlama ile yapılan ahlaki eylemlere erdem demekten kaçınırız. Çünkü bu eylem, seçenekler arasından iyiyi ve adaleti esas alarak tercih edilmemiş,başka çare kalmadığı için yapılmıştır. Demek ki erdemin zemini özgürlüktür. Eğer özgürlük yok ise erdemde yoktur. Kant buradan yola çıkarak özgürlüğü akli bir temele dayandırıp “Pratik Usun Eleştirisi“ni yazmıştı. Ama o, ahlakı uyulması gereken bir buyruğa uygun davranışlara indirgeyerek özgürlük ve zorunluluk arasında yeni bir paradoks oluşturmuştu. Kant‘a göre ahlak, ahlak yasasının buyruklarına itaatten başka bir şey değildi.
Ahlaki eylem insanın iyi olanı bilmesi ve ona yönelerek eylemesi ile ortaya çıkar. Bilmek, bilişsel (cognitive) yönelmek niyetsel, (intentional), eylemek ise pratik alanla ilgilidir. Yani ahlak insanın tüm varoluşsal yönlerini kapsar ve insanın varoluşsallığı ile ilgili olduğundan aynı zamanda ontolojiktir. Felsefe, ahlak alanında insanı bir bütün olarak ele alır. En temelde ahlak insanın özgürlüğünden kaynaklanıyorsa burada zorunluluktan değil gönüllü olmaktan bahsetmek gerekir. Gönüllü olan her şey ise sevgi ile ilgilidir.
İyiye yönelmek, iyiyi bilmek ve onu sevmekle,kötüden kaçmak kötülüğü tanımak ve ondan tiksinmekle başlar. Bu görüş Sokrates‘in erdemi bilgiye dayandırma fikrine benzemekle birlikte Sokrates iyiyi sevmek üzerinde durmamıştır. Yunan Filozoflarından bir çoğu insanı bir akıl varlığına indirgediğinden Sokrates‘in bilgiyi ön plana çıkarmasına şaşmamak gerekir. Ben bilginin önemli olduğunu dışlamamakla beraber insana ahlaki eylemi yaptıranın sevgi duygusu olduğunu düşünüyorum.Bilmek burada sadece sevilen şeyin mahiyetini tanımakla ilgili. Zaten “Aristoteles’te Nikomakosa Etik” de bu konuda Sokrates‘i eleştirir ve konuyu “arkasia” (iyi olanı bilen kişilerin neden kötü davrandığı) meselesine getirerek bilmekle erdem arasında ilişkinin zorunlu olmadığını ispatlar.
Sevmek, özgürlüktür; çünkü zorlamanın olduğu yerde sevgi var olamaz. O halde her ahlaki eylem iyi olanı sevmekle başlar. İyi olanı seven ona yönelir ve eyler. Kötü olandan ise tiksinir. Buradan hareketle ahlakın duygusal ve güçlü bir temeli olduğu, bunun da özgürlük alanında ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Duygusal saikler insandan hiçbir biçimde koparılamaz ve bunlar dikkate alınmadan insan izah edilemez.
Belki klasik felsefe duyguyu pathos olarak kabul ederek insanı hakkı ile tanıma fırsatını kaçırmıştır.
Murat KAVAK – 2020/ŞUBAT