HAÇLI SEFERLERİNİN TEOLOJİK TEMELLERİ (1): “Haçlı Seferleri Fikrinin Doğuşu” |
Birbirini tamamlayan ve devam niteliği taşıyan birden fazla yazıyı kapsayacak bu yazı dizisi, kendine haçlı seferlerinin teolojik temellerini ve bu seferlerin gelişiminde dini söylemlerin nasıl kullanıldığını konu edinmektedir. Haçlı seferlerinin siyasi, sosyal, ekonomik ve birtakım özel nedenlerini uzun uzadıya sıralamak mümkündür. Fakat konumuz gereği bizim ilgimizi çeken asıl nokta; sebebi her ne olursa olsun yaklaşık iki yüzyıl boyunca devam eden bu savaşların sürdürülmesinde bu savaşlara ortam hazırlayan teolojik altyapı ve dinin ne şekilde motivasyon kaynağı olarak kullanıldığıdır. Bundan dolayı bu yazı dizisinde haçlı seferleri öncesinde bu savaşların başlatıcısı konumundaki batı Hıristiyanlığının genel durumuna göz atılacak ve bu seferlerin oluşumunda siyasi, sosyal, ekonomik nedenlerine kısaca değinilerek motivasyon kaynağı olarak dinin hangi bağlamlarda kullanıldığı anlatılacaktır. Bu itibarla dizimizin ilk yazısına, konuya bir temel teşkil etmesi düşüncesiyle “Haçlı Seferleri Fikrinin Doğuşu” başlığını atarak giriş yapmak istiyoruz:
Avrupa dünyasının on birinci yüzyılın sonlarından itibaren bütün kutsal toprakları ele geçirmek amacıyla, yaklaşık iki yüzyıl boyunca sürdürmüş olduğu askeri hareketlere haçlı seferleri denmektedir. Diğer bir ifadeyle haçlı seferleri, batı halklarının (büyük oranda Normanlar ve Frankların) papalar tarafından motive edilerek, Müslümanların elindeki Hıristiyanlarca da kutsal kabul edilen toprakları kurtarmayı hedefleyen uzun süreli bir harekettir. Dönemin Müslümanları tarafından Franklar olarak adlandırılan haçlılar, Araplar tarafından Salibiyyun, Osmanlılar tarafından Ehli Salib şeklinde çağrılmışlardır. Kendilerine bu adın verilmesinin nedeni ise elbiselerinin üstünde haç işareti taşımalarıdır.[1] Diğer taraftan bu savaşlar, Türkçe olarak kutsal savaş, haç seferi ve İsa’nın işi; savaşçılar ise haçla işaretlenmiş veya hacı şeklinde tercüme edilebileceğimiz terimlerle ifade edilegelmişlerdir.[2]
Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen İsa’nın doğduğu ve yaşadığı Filistin toprakları 638 yılında, Müslüman hâkimiyetine girmiş ve bu hâkimiyet kesintisiz 457 yıl sürmüştür. Bu süreç içinde Bizans İmparatorluğu Kudüs’ü almaya niyet etmiş olsa da bu düşüncesini gerçekleştirememiş, Batı Hıristiyanlığı ise Kutsal topraklardaki Müslüman hâkimiyetine ciddi bir reaksiyon göstermemiştir. Doğu ve Batı Hıristiyanlığı arasındaki teolojik farklılıklara dayalı birtakım çekişmeler, kendi aralarındaki üstünlük mücadelesini daha fazla öne çıkarmış olup bu yüzden Anadolu ve Kutsal topraklardaki Müslüman hâkimiyeti bir anlamda kabullenilmiştir. Yedinci yüzyıldan itibaren süregelen Roma Katolik Kilisesi ve Bizans Kilisesi arasındaki çekişmeler, 1054’de iki kilisenin birbirinden tamamen ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu ayrışmadan kısa bir zaman sonra Papa Gregory (1073-1085), otoritenin piskopos atama yetkisini ve imparatorun Tanrı vekilliği sıfatını kaldırarak papalığı en üstün otorite olarak ilan etmiştir.[3] Bu konuda bazı imparatorlarla çekişme yaşansa da papalığın aforoz yetkisini kullanması krallara diz çöktürmüştür. Dolayısıyla papalığın Ortaçağda sadece halk nezdinde değil, aynı zamanda siyasi otorite anlamında da çok güçlü olduğu gözlemlenmektedir.
Bizans İmparatoru VII. Mikhail’in (1071-1078) Türklerin ilerleyişini durdurmak için Papa VII. Gregory’nin aracılığıyla Avrupa’dan ücretli asker talep etmesi, Katolik-Ortodoks yakınlaşması meydana getirse de bu istek sonuçsuz kalmıştır. On beş yıl sonra Papalık tahtına çıkan II. Urban’dan (1088- 1099) Bizans İmparatoru Aleksios I. Komnenos aynı yardımı talep edince 1095‘te toplanan Piecenza Konsili’nde bu istek gözden geçirilmiştir. Konsile katılan Bizanslı elçilerce;
Müslüman Türkler geri atılmadıkça Hıristiyanlığın güvence altında olamayacağı ve imparatorun hizmetince Türklere karşı savaşmanın şerefli bir iş olacağı
dile getirilerek Batı’dan yardım talep edilmiştir. Bizans İmparatorluğunca Müslümanlara karşı Batı’dan istenen bu yardım teklifi, bütün Hıristiyan âlemi üzerinde yegâne hâkim olmak isteyen Papa Urban tarafından;
din uğruna fedakârlık, din kardeşlerine yönelik sevgiye dayalı olarak onlara yardım etme, İsa aşkı, şehitlik, kutsal toprakları kurtarmak
gibi dini motiflerle bezenerek Müslümanlara karşı çok iyi kullanılmıştır. Öte yandan “Tanrı Barışı Fikri”ni bütün Hıristiyan âlemine yayma düşüncesi, misyonerlik amacı, şehitlik algısı, haklı ve kutsal savaş düşüncesi ve gezici vaizlerin vaazları bu seferlere desteği arttırmak için kullanılan halkı motive edici unsurlar olmuşlardır.
Haçlı seferlerinin siyasi, ekonomik sebeplerini tamamen göz ardı etmek mümkün değildir. Elbette iki yüzyıl boyunca devam eden savaşların birtakım seküler hedefleri olacaktır. Haçlı seferleriyle alakalı genel düşünce;
bu savaşların ganimet kazanma ve sömürgeleştirme amacıyla gerçekleştirilmiş olduğudur.
Az önce belirttiğimiz gibi bu seferlerin oluşumunda siyasi, sosyal, ekonomik ve dini nedenlerin varlığı bir gerçekliktir.[4] Normanların doğu Akdeniz’e açılarak hâkimiyet alanı oluşturmak istemeleri siyasi bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan Avrupa’nın ekonomik sisteminin bir darboğaza girmesi, bu süreçten çıkmak için ekonomik kaynaklara ihtiyaç duyulması ve ticaretin doğuda canlı olduğunun bilinmesi bu seferlere olan iştahı kabartmıştır.[5] Fakat bu düşünce kritiğe tabi tutulunca, ekonomik amaçlar -her ne kadar din adamlarının insanlara birtakım ekonomik kazançlar elde edecekleri söylendiği iddia edilse de- özellikle ilk seferlerin şartları iyice düşünüldüğünde pek mantıklı gözükmemektedir. Çünkü Kudüs’ü işgal etmeye giderken haçlıların düzgün işleyen bir erzak sistemi yoktur. Çok zor şartlar altında elde edilen Kudüs’ün o kadar insan için ne kadar kazanç sağlayabildiği tartışmalıdır. Kudüs düştükten sonra bile haçlıların büyük bir çoğunluğunun evlerine dönmesi; kutsal toprakların, süt ve bal akan ırmaklarının olduğu[6] düşüncesinden uzak olduğunun bir göstergesidir. Diğer taraftan haçlılar evlerine dönerken kazandıkları yağma mallarını dahi harcamaktadırlar. Sefere çıkmanın büyük maliyeti, sefer esnasında harcanan para ve ele geçirilen yerlerden elde edilen ganimetin yetersizliği de göz önüne alındığında haçlı seferlerinde büyük maddi kazanç elde etmek düşünülebilecek son ihtimaldir.[7]
Haçlı seferlerinin nedenleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde karşımıza çıkan en güçlü nedenlerin dine dayalı olduğu görülmektedir. Seferlerin arka planında birtakım siyasi, ekonomik nedenler olsa dahi bunlar, hep dini söylemlerle güçlendirilerek geniş kitlelere aktarılmıştır. Çünkü Avrupa’nın o günkü durumu göz önüne alındığında insanları en fazla motive edecek şeyin din olduğu bir gerçektir. Bu yüzden yola çıkan ilk haçlılara göre bu savaşlar, bir ibadet amacı taşımaktadır.[8]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi dizimize, bir sonraki yazı ile kaldığımız yerden devam edeceğiz. Şimdilik bu kadarıyla iktifa edelim. Saygı ve sevgilerimle…
Hasan İNAN – 2019/Kasım
DİPNOTLAR