• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Sadık USTA
Sadık  USTA
sadikusta@yandex.com
HYPATIA neden linç edildi?
  • 0
  • 430
  • 19 Ekim 2019 Cumartesi
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

İskenderiye, Roma İmparatorluğu’nun başkentten sonraki ikinci büyük kentiydi. Kentin sokakları birkaç gündür kara tenli, hırpani kıyafetli adamlarla doluydu. Bunlar çölde yaşayan Parabolanilerdi. Sayıları beş yüz kadar olan, kahverengi hırkalarıyla ünlü keşişler, İskenderiye Piskoposu Krill ve vaiz Petrus’un çağrısı üzerine kente inmişler; ellerindeki sopa ve öküz sinirlerinden yapılmış kırbaçlarla Hıristiyan olmayanların üzerinde terör estirmekteydi.

Birkaç gün önceki kanlı olaylar hâlâ unutulmamıştı. Hipodromdaki at yarışları, neredeyse düzenli olarak kentin etnik ve dini kesimleri arasında karşılıklı kırımlara neden olmaktaydı.

Kentin valisi Orestes, insanların birbirini parçaladığı gladyatör dövüşlerini tercih etmiyordu, ama at yarışlarından da vazgeçemiyordu. Çünkü at yarışları ve diğer gösteriler halkın temel eğlencesiydi. Eğer bunlar düzenlenmezse halk içindeki hoşnutsuzluk devlet otoritesini hedef alabilirdi. Nitekim birçok siyasi ve dini çevre, halkı kışkırtmak için fırsat da kolluyordu.

Birkaç gün önce düzenlenen at yarışını Yahudilerin favorisi mavi bereli at kazanmıştı. Fakat işin kötüsü, Hıristiyanların desteklediği yeşil bereli at da son anda bariyerin öte yanına fırlamış, binicisiyle birlikte şarampolden aşağıya yuvarlanmıştı. Yardıma koşan görevliler, Hıristiyan jokeyin cesedini ellerinin üstünde yüksekte tuttuklarında ki bu onun öldüğü anlamına geliyordu, tribünler de birden bire dalgalanma baş göstermişti. Bir anda Hıristiyanlar, öfkeyle Yahudilerin ve pagan kültürünü yaşatmaya devam eden Yunanların trübününe doğru saldırıya girişmişlerdi.

Ama bu olaylar sırasında Hıristiyanların önemli bir vaizi de hayatını kaybetmişti. Bu nedenle de kentte hava kurşun gibi ağırdı. Her an her şey patlak verebilirdi.

Parabolaniler, 4. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış en radikal Hıristiyan tarikatıydı. Onlara göre Hıristiyanlar, İsa’nın havarileriyle birlikte yaşadığı ilk dönemdeki gibi, mal mülk ortaklığını temel almalıydılar. Onlara göre mal mülk edinmek haramdı.

Terör ve Linç

Bu nedenle de onlar sadece yoksullara yardım ediyor; kölelere kol kanat geriyor, zenginlerden de nefret ediyorlardı. Onlara göre Grekli kozmopolit tüccarlar ve manifaktür sahipleri, yoksulları iliğine kadar sömüren asalaklardı. Ayrıca kent halkıyla iç içe yaşamayan ama tefecilik yaparak yoksulların felaketi haline gelen Yahudiler de kentten defolup gitmeliydi.

Bu nedenle Parabonaliler, farklı dini inanca sahip İskenderiyelileri sadece terörle sindirmiyor, kimi zaman linç de ediyorlardı.

Linç onların siyasi eylemlerinin simgesi haline gelmişti.

Parabolaniler belalı insanlardı, onların geçtiği sokaklarda halkın çoğu tezgahını hemen kapatır; yaşlılar ve kadınlarsa evlerine kapanırdı. Çünkü onların ortalıkta dolaşması, kıyametin gelmekte olduğunun işaretiydi. Çok pervasızdılar, ama yoksul Hıristiyanlar tarafından hem seviliyor hem de varlıklarıyla takdir ediliyorlardı.

Parabolani, Grekçede “fedai”“korkusuz”, “hayatını hiçe sayan” demekti. Onlar, bir iki yüzyıl önce yırtıcı hayvanların önüne atılarak idam edilen “Hıristiyan Şehitlerini” örnek alıyor, veba ve cüzzam gibi hiç kimsenin bulaşmak istemediği sağlık hizmetlerinde görev alarak seyyar hastaneler kuruyor ve salgın hastalıkları kurutmak için canlarını ortaya koyuyorlardı.

Sık sık salgın hastalıklarla karşı karşıya kalan İskenderiye’nin devlet erki bunların hizmetlerine muhtaçtı. Yaptıkları fedakarlıktan dolayı hem devlet kurumları tarafından hoşgörüyle karşılanıyorlar hem de yoksul halk tarafından pek seviliyorlardı. Ama onlar korkusuz olduğu kadar bağnaz ve vahşi bir karaktere de sahiplerdi.

Çölde yaşıyor, ama İmparatorluk topraklarındaki Yahudileri ve pagan dinine mensup Yunanları söküp atarak kentleri Hıristiyanlaştırmak istiyorlardı.

Hypatia Linç Ediliyor

İki Gün Sonra…

Herkes birkaç gün önceki olaylarda hayatını kaybeden yakınlarını ayinlerle defnetmiş, yaralılarını hastanelere taşımış, yakılan ev ve iş yerlerini onarmakla meşguldü.

O gün sokaklar ıpıssızdı. Ağaçların ardından silüeti gözüken tapınağın mermerleri ve Yunan heykelleri güneşte parlıyordu.

Liman sakindi, öyle ki açıkta bekleyen yelkenliler bile seçilebiliyordu.

Ama öğleden sonra sanki bir işaret verilmişçesine kent meydanı hareketlenmişti.

Bu arada Hypatia da evinden çıkmış, önce Museion (Yunan Üniversitesi)’a uğramış ve oradan da Vali Orestes’in makamına çıkmıştı. Birkaç gündür yardımcıları ona, evin kapısına kadar dayanan ve tehditler savuran fanatiklerden bahsediyorlardı. Hizmetçileri onun bir “linçe” kurban gitmesinden korkuyordu.

Hypatia, Orestes’ten destek istemeyecekti ama onunla durumun vahametini de konuşmalıydı.

Henüz hükümet konağının merdivenlerini inmişti ki ana caddenin karşısında toplaşan alışılmadık bir kalabalığı fark etmişti. Allahtan onu bekleyen tahtırevan da hemen yakındaydı. Tahtırevana girdiği anda etrafı onlarca Parabolani tarafından sarılmıştı.

Hypatia bu durumun hiç de hayırlı olmadığını anlamıştı, ama iş işten geçmişti. Yardımcılarına herhangi bir şey yapmamalarını söyleyerek onları saldırıdan korumak istemişti.

Parabolaniler tahtırevandan indirdikleri Hypatia’yı aralarına alarak ite kaka, kimi zaman onu yerlerde sürükleyerek 300 metre ilerdeki büyük Hıristiyan kilisesine, Kaiseryon’a götürmüşlerdi. Kiliseye adımını atar atmaz da onu sopa ve kırbaçlarla dövmeye başlamışlardı.

Herkes avaz avaz bağırıyor ve duyulmadık küfürler ediyorlardı. Onu “hainlikle”, Hıristiyan dinine karşı gelmekle, büyüyle uğraşmakla, insanların kafasını günahkâr fikirlerle doldurmakla, insanları dinsizliğe sevk etmekle ve en önemlisi de kadınlığıyla Vali Orestes’i etkisi altına almakla suçluyorlardı. Onlara göre Vali Orestes ile Piskopos Krill’in arasının bozulmasının nedeni Hypatia’nın kışkırtmalarıydı.

Sopa ve kırbaçlarla yetinmeyen güruh, şimdi de onu taş yağmuruna tutmuştu. Ama önce onu anadan üryan soymuşlardı. Hypatia artık altmış yaşında, yaşlı bir kadın sayılırdı, ama dik yürüyüşüyle, bilgeliğiyle ve güzelliğiyle kenti büyülüyordu.

Dakikalarca süren taş yağmurundan sonra hâlâ ölmediğini gören linççiler şimdi de istiridye kabuklarıyla ve ellerine geçirdikleri seramik parçalarıyla etini lime lime ediyorlardı.

Vahşette sınırı tanınmıyorlardı.

Linç tarihinin de öğrettiği gibi o işe bir kez girişildi mi güruhun nerede duracağı da belli olmuyordu.

Şimdi de onun parçalanan bedenini kentin sokaklarında dolaştırıyorlardı, hatta ateşte yakıyorlardı.

Herkes onlardan korkuyordu. Halkın sevgilisi Hypatia, onların ellerinde can çekişmekle kalmıyor, Kinaron semtinde ateşe de veriliyordu.

Linç haberi, bir ateş topu gibi bütün kente yayılmıştı.

Hıristiyanlar şaşkındı…

Yahudiler donup kalmıştı…

Pagan Yunanlar dehşet içinde donakalmışlardı…

Çünkü Hypatia masumiyetiyle, kutsallığıyla dokunulmaz biriydi. O İskenderiyelilerin gözünde bir azizeydi. Bu eylem bir kıyametin habercisiydi. Hypatia kentte, ruh ve ahlak temizliğinin; bilgeliğin, kadınlığın ve dürüstlüğün bir simgesi haline gelmişti.

Sanki dünya ters yüz olmuş gibiydi, herkes donakalmış sadece olan biteni izlemekle yetinmişti.

Orestes de gün içinde saldırıya uğramıştı, ancak o yurttaşların müdahalesiyle kurtulabilmişti. Hypatia’yı kurtarmak için yola çıkan askerler, sadece onun yanık bedeniyle karşılaşmışlardı.

İskenderiye’nin Tarihsel Yeri

İskenderiye, kuruluşundan bu yana doğunun en büyük liman kentiydi. Varsılıyla yoksuluyla, Hristiyan’ıyla, Yahudi’siyle, Mısırlısıyla Yunanıyla iç içeydi. Ama aynı zamanda orası bir felsefe, bilim, kültür ve ticaret merkeziydi de.

İskenderiye kütüphaneleriyle, üniversitesiyle ve kozmopolit kültürüyle meşhurdu.

İskenderiye kenti, MÖ 331 yılında Büyük İskender tarafından, eski bir yerleşim yeri olan Rakotis’te inşa edilmişti. Büyük İskender kentin temelini atmıştı, ama onu bir daha görme olanağı bulamayacaktı.

İnşa faaliyeti, Büyük İskender’in ölümünden sonra da devam etmişti. Hatta kuruluşu birkaç yüzyıl sürmüştü; ve sonra Yunan felsefesinin ve kültürünün merkezi haline gelmişti. Bütün dünyanın hayranlığını kazanmış olan İskenderiye’nin kültürel dokusuna birkaç yüz yıl sonra Roma ve Bizans kültürü de eklenecekti.

Başlarda İskenderiye, Aegypti Eyaleti’nin başkenti olarak sivrilmişti. Antikçağ döneminde inşa edilen ve dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen deniz feneriyle (Faros) de ünlüydü.

392’de Hıristiyanlık dini, İmparatorluğun resmi dini olunca, kentte azınlık olan Hıristiyanların yaptıkları ilk iş, çok tanrılı dinlerin mabetlerini ve özellikle de Tanrı Serapis’in tapınağını yıkmak olmuştu.

Bu tarihten sonra da birbirinin tapınağını yıkmak, kutsal yerlerini ve evlerini basmak; iş yerlerini talan etmek ve canlara kıymak bir gelenek haline gelmişti.

Hypatia’nın linç edilmesi de bu kültürel-siyasi iklimin sonucunda gerçekleşmişti.

İskenderiye’nin Çöküşü

Hypatia’nın öldürülmesiyle birlikte o güne kadar bölgenin en önemli ticaret, felsefe, kültür ve bilim merkezi olan İskenderiye’nin yıldızı büsbütün sönecekti. Hypatia bu sönüşün bir simgesi olmuştu.

Peki kimdi Hypatia? Neden ondan korkulmuş ve Hıristiyan müminleri bile dehşet içinde bırakan bu eyleme başvurulmuştu?

Hypatia, Yunan dilinde “en yüce”“ana”“baş kadın”“güzel kadın” demektir. Terimin anlamını biraz esnetirsek onu bizdeki “Ece” gibi de okuyabiliriz.

355 yılında doğduğu tahmin edilen Hypatia’nın ailesi kentin ileri gelenlerindendi. Babası Theon (Tanrısal olan) İskenderiye’nin en tanınmış bilim adamlarından biriydi. Theon, gökbilim ve matematik konusunda özgün eserler kaleme almamakla birlikte Öklid’in geometrisine şerhler yazacak kadar konu üzerinde çalışmıştı. Theon, kızının da kendisi gibi matematik ve gökbilimci olmasını istiyordu. Hatta Hypatia’nın babasına şerh yazma konusunda yardımcı olduğu, bir bakıma bu eseri birlikte yazdıkları bile ileri sürülmektedir. Bazı tarihçilere göre Hypatia, matematik ve gökbilim alanında babasından daha da ileri gitmiş ve onu gölgede bırakmıştır. Çağın en gelişmiş kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi Theon’un çabalarıyla kurulmuştu.

Museion’da düzenli dersler vermekte olan Hypatia’nın bir başka özelliğiyse onun bir filozof olarak anılmasıdır. Tarihsel metinler onun kentte sık sık filozofların giydikleri “tribon”la, yani gri cübbeyle dolaştığını, meydanlarda felsefi sorunları tartıştığını ve geniş kitlelere felsefi söylevler verdiğini belirtiyorlar.

“O insanlara yukarıdan bakmaz, yolda başı dik yürür ve üstünde taşıdığı gri cübbesiyle insanları selamlardı.”

Onun bir kadın olarak sokak ve meydanlarda dolaşması, ders vermesi hem de bunu bir bakire olarak yapması; erkeklere mahsus mekanları tercih etmesi; yine aynı şekilde erkeklere mahsus bir alan olan bilim ve felsefe alanında kalem oynatması, bazıları tarafından düşmanca karşılanıyordu; özellikle de Hıristiyan babalar tarafından.

Antik çağın eğitim felsefesi ataerkil bir anlayışa dayanır. Felsefe, özellikle erkeklere mahsus bir alandır. Akademilerde sadece erkekler ders verir, erkekler konuşur; erkekler eğitilir ve yönetim organları için erkek çocuklar hazırlanır.

Antik çağda bilgelik, erkeklerin sahip olabileceği bir niteliktir. Bilgelik kendine yetebilir olmakla elde edilebilen bir unvandır; ender bir makamdır. Bilgelik seviyesine ancak dünyevi hazların, ki bunların başında cinsellik gelirdi, ötelenebildiğinde, yani bastırıldığında ulaşılabilirdi.

Hypatia bu makama çıkabilen, bu seviyeye erişebilen ender insanlardan, daha doğrusu kadınlardan biridir. Çünkü o altmış yaşında olmasına rağmen hâlâ bir“bakire”dir. Bu açıdan da Hypatia’nın varlığı, tarihin normal seyrine ters bir durumdur. O, erkeğine çocuk doğurmaz, ocağının başında yemek hazırlamaz; aksine kafasını matematiğin, gökbilimin ve felsefenin sorunlarına yorar.

Antikçağın kadın konusundaki kültürel mirasını devralan Hıristiyan babaların; misyonerlerin, keşişlerin ve Parabolanilerin ona düşman olmasından daha doğal ne olabilirdi ki?

Hypatia, sadece İmparatorluğun birçok bölgesinden gelen ve çoğu da sonradan önemli görevlere getirilen gençlere matematik ve gökbilim konusunda dersler vermemiş, aynı zamanda Yeni Platonculuk olarak bilinen felsefe akımının görüşlerini yayabilen tek ünlü insandır. Her ne kadar onun hiçbir eseri, konuşması ve mektubu (onunla düzenli yazışan öğrencilerinin mektupları günümüze kadar ulaşmıştır) bize kadar ulaşamasa da yine de onun neyi savunduğunu çağdaşlarının verdiği bilgilerden biliyoruz.

Çağın En Çok Saygı Gören Filozofu

Kozmopolit bir kültürle biçimlenmiş Hypatia, bağrında yüzyıllardır yan yana yaşayan farklı kültür ve dinlerden insanları barındıran İskenderiye’nin güneşinin batmakta olduğunu görmektedir. İskenderiye, yükselen Hıristiyanlık karşısında savunmasızdır ki o bunun farkındadır. Bu nedenle de laikliği, yani din ile toplum işlerinin ayrışmasını kararlı bir şekilde savunur. Din görevlilerinin siyasi ve toplumsal görevler üstlenmesine karşı çıkar; elinden geldiğince Vali Orestes’i bu konuda uyarır.

O, kentin ticari hayatının devam edebilmesi için karşılıklı hoşgörünün zorunlu olduğunu vurgular. Aynı şekilde Hıristiyanlığın pagan kültürü olarak lanetlediği Platon’un, Aristo’nun felsefesini; Hesiodos ve Homeros’un  edebiyatını ve çok tanrılı kültürün bir ifadesi olan evren modelini savunmaya devam eder. Birçok tarihçi onun babasıyla birlikte güneş merkezli evren teorisini tartıştıklarını söylemektedir, ancak bu konuda kesin bir bilgi yoktur.

Çağın “en çok saygı gören” filozofu olarak kabul edilen Hypatia, sık sık, “Bu dünyanın büyüklerinin bana gösterdikleri saygıyı, sadece başkalarına yardım etmek için kullandım. Büyük insanlar sadece araçtır” diyecektir.

Sonuç

Members of a community welcoming a new member.

Onun katledilmesiyle birlikte Hıristiyanlık yükselir; böylece İskenderiye’nin kaderi de bir başka yöne doğru evrilir. Aslında yok edilen İskenderiye kültürüyle birlikte insanlık tarihi de yeni bir dönemece girmiştir. Hypatia’nın öldürülmesi, İmparatorluk kültürünün çöküşünü muştular. Tarihçi Charles Leconle de Lisle göre, “Hypatia’nın öldürülmesi, yeni bir dönemin başlamasının simgesidir.”

5. yüzyıl Roma İmparatorluğu açısından tarihsel bir kopuştur. Pagan kültürünü kutsayan İmparatorluk kültürü, yerini, yeni bir çağın habercisi olan Hıristiyan kültürüne bırakır. Hypatia, tarihsel bir dönemece adanmış simgesel bir figürdür; o tarihsel bir momentte yükselen ve çöken güçlerin arasında kalan bir kurbandır.

Platon’un dinine sadık kalan Hypatia, ölümüyle birlikte ne Antikçağın bilim ve felsefesini ne de onun dinini koruyabilmişti. Aksine konumuyla, kararlı bir şekilde savunduğu her iki unsuru da saldırıya açık hale getirmişti. Çünkü her ikisi de yükselen yeni çağın ihtiyaçlarına yanıt vermiyordu.

Hypatia’nın yok edilişi, Antikçağın bütünüyle geride bırakılışının ifadesidir. Antikçağın kültürel mirası artık Hıristiyanlıkta içerilecektir.

Bir kaos içinde bulunan Ortadoğu, Afrika ve Avrupalı kavimler, yükselmekte olan yeni bir kültürle, Hıristiyan kültürüyle yeniden birleşmeyi deneyeceklerdir.

Bu kültürün yükselebilmesi için Hypatia’nın linç edilmesi gerekmiştir…


Sadık USTA – https://sadikusta.com.tr/

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.