• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Durmuş AĞZIKÜÇÜK
Durmuş  AĞZIKÜÇÜK
durmusag1964@hotmail.com
MANİFESTO
  • 2
  • 440
  • 28 Eylül 2019 Cumartesi
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Dürüst davran, senden bunu istiyorum! Hayatın hakkını vermek gibi ciddi bir iş bu… Değerlerinin hakkını vermek gibi… Bir ahlak bu! Bir samimiyet. Bir sorumluluk! Seçeceksin ve seçiminden sorumlu olacaksın… Özgürlük, seçişten gelir ve seçerken sadece kendimizi seçmeyiz. Bir kitabı ciddiyetle okuman bir seçiştir ve bu türden bir seçiş aynı zamanda seninle beraber ilişkide olduğun her bireyin seçimlerini de belirler… O halde biz özgürce seçerken başkalarının hayatını da etkiliyoruz ve bu bize dehşet bir sorumluluk getiriyor… Sartre’ın dediği gibi, “Herkes, herkesten sorumludur.”

Şimdi, yavaş yavaş başlayalım hazırsan… Bir “İnsan Felsefesi” ve “tedirgin” bir adamın manifestosu… Kime? Okuyunca anlaşılacak… Anlaşılacak mı? Bakalım, görelim…

Duygu kaybı… Duyarlılık dejenerasyonu… İnsani-ya da hayvani-reflekslerin dibe vuruşu… Özsaygının perme perişanlığı, yok oluş… Hiçlik! Varoluşun anlamını yitirmesi… Zamanın ve anın metafizik (yanılsamalar) mi yoksa basit maddi yaşantılar mı (realite) olduğuna ilişkin derin felsefi düşünceler ya da aforizmalar değil buralarda bizi meşgul eden. Daha düşük yoğunluklu ya da sıradan muhasebeler… Hatta muhasebe bile değil… Sadece yaşanılan bir şey, bir yaşantı, bir kendiliğindenlik, oluruna bırakarak yaşama alışkanlığı, bir ilgisizlik,  hatta güçsüzlük, iradesizlik…

Peki, ağlayışlar ya da hüzünler sahte mi? Ya da ne kadar sahte? Yitip gidenin, hayatımızdan şu ya da bu şekilde uzaklaşanın kaybediliş sancısı hangi duygu yarılmalarının ve karmaşıklığının ortaya çıkışını tetikliyor? Burada da mı teslimiyet var? Her yerde mi teslimiyet yoksa… “Hayat devam ediyor” mu?

İçinde “olan” ve “ölen”in bu kadar sık ve bu kadar yıpratıcı ve doğurgan savaşının sonuçlarını bilince çıkarabilecek bir gri hücreler terkibine ulaşabiliyor musun? Teslimiyet ya da kavga… Esasen, çok karmaşık ve derin tahliller yumağının içerisinde zekâ ya da mantığın amansız kavrayışları da değil düşündüğümüz… Somut ve sade(basit) kavrayışların olması bile yeterli… Sıradanlığın bataklığına sokulmuş ve paçavraya döndürülmüş, gri hücrelerinin her bir noktasının ırzına geçilmiş bu kendiliğinden varlığın, düşünmesi ya da söylenileni anlaması, dünyanın en zor, en zorlu uğraşı olan okuyabilme ya da okuduğunu anlama potansiyellerinin yerlerde sürünen, dehşet verici çıplak görüntüsü

Nasıl sevecek? Nasıl nefret edecek? Nasıl barışacak ve nasıl kavga edecek? Bir başka insana nasıl sarılacak? Nasıl kucaklayacak? Nasıl gülecek? Gülebilecek mi?  Nasıl ağlayacak? Nasıl gerçekten ağlayacak? Ağlayışı gerçek anlamda bir şaka mı olacak? Bir sahtelik, bir yapaylık, iğretilik mi?

Sevmenin anlamını derin tefekkürlerle araştırmış biri olarak mı sevme potansiyelleri artar, yoksa kırda bayırda otların, böceklerin, dağların ve göllerin yanı başında tabiat ananın armonik ve estetik duyarlılıklarının kendiliğinden yarattığı duygu patlayışlarının ittirmesi ile mi? Filozofların o bildik sorusu işte bu yahu! Dağdaki çoban mı daha mutludur yoksa bir filozof mu? Böyle bir soruya gerek yok mu yoksa? Yok yok, bu ikisinin varlıkları birbiriyle bağlantılı, birbirini gerektiriyor ve dayanılmaz bir biçimde estetik, ahlaki, siyasi ve ekonomik yaşantılarını belirliyor…

Anlamamak, bir kusur değil elbette… Suç değil! Doğa(Tanrı)’nın kelamı öyle kolay da anlaşılmaz! Ama, anlamadan yaşamak ve anlamadan yaşadığı konusunda ikircikleri olduğu halde anlamaya çalışarak daha ahlaklı bir noktaya çıkabilecekken bu zorlu kavgadan vazgeçmek affedilebilinir mi? Affedilinebilinir! Zaten, sıradanlığın kolaylığında kendini kaybetmemiş olanlar genellikle sabırlı ve anlayışlıdır… Siz hiç anlamadıkları ya da bilmedikleri için asılan, yakılan, çarmıha gerilen, akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakılan birini gördünüz mü? Tarihin derinliklerinde hep gerçeğin peşinde canını hiçe sayan insanların aşağılık egemenlerin kahkahaları eşliğinde o çıldırtıcı bağırışları, haykırışları, yanık kokulu etleri, soyulmuş derileri, talan edilmiş evleri, yok edilmiş kitapları ve hayalleri bulunur… Anlamanın ve anlatmanın cezası hiç de sanıldığı gibi hafif değildir!

Kendiliğinden varlığın zekâsı ise zavallıdır… Beladır dünyanın başına. Kendiliğinden ve farkında olmadan uyurgezer gibi bir yaşamın içinde birbirlerini ve yetmediğinde kendilerini kandırarak yaşayan bir yığın. Yığın yığın… Sahtekâr… Kıytırık maddi düşkünlüklerinin kışkırtıcı kontrolüne sıkışmış… Riyakâr…

Kadir kıymet bilmez. Hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz! İlk fırsatta intikam alınır, kazıklar atılır, ihanet işveli işveli çıkar evlerden. Yok, eder insanlığı… Nice yiğitler, bu çıkar ve riya değirmeninde ezilmekte ve yok edilmektedir. İnsan bitmekte, tükenmektedir.

Varlık, azılı düşmanına dönüşmekte, yok olmaktadır!

İşte bu yüzden koca filozof, elinde fenerle gündüz vakti sokaklarda dolaşmakta ve “insan” aramaktadır.


Durmuş AĞZIKÜÇÜK – 2019

Sosyal Medyada Paylaşın:

2 yorum

  1. Dünyayı hayatı sorgulayanlar, sorgulalarak yaşayanlar değiştirebilir. Sorgulamak mücadelenin içine atar insanı ister istemez. Bu bazen bilinçli bir seçim, bazen de sorguladığın zaman edindiğin düşmanların iradesi sonucu olur.

    Başlığına yakışır güzel bir yazı. Akıcı, kavrayıcı ve bellekte yer eden.

    Tebrikler, sevgili Durmuş Ağzıküçük.

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.