KARL MARX’IN “Din, halkın afyonudur!” SÖZÜNÜ YENİDEN DÜŞÜNMEK |
Son zamanlarda, Karl Marx’ın din hakkındaki düşünceleri yeniden gündeme getirilmeye ve bu mesele etrafında farklı mecralarda faydalı-faydasız bir sürü tartışma açılmaya başlandı. Bu bağlamda Karl Marx’ın en çok dikkat çeken, tartışılan, alıntılanan ve çoğu kimse tarafından neredeyse tamamen yanlış anlaşılıp yorumlanan “… Din, halkın afyonudur!” sözü akla gelmektedir. Ne var ki Marx’ın dini konu alan başlı başına bir eseri de yoktur. Din hakkındaki fikirleri, daha çok eserlerine dağılmış vaziyettedir. O yüzden bu meşhur sözü yeniden düşünmeyi yararlı buluyorum. Zira toplumumuzdaki hâkim okuma-yazma alışkanlıklarına dair biraz fikir sahibi olunca, insanların bu sözü kendi anlam örgüsü ve kronolojik konteksti içinde okuyup/yorumlayıp doğru anladığına inanası gelmiyor insanın…
MARX NE DİYOR, İNSANLAR NE ANLIYOR?
Bu meşhur söz, Marx’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” kitabında yer almaktadır. Bu kitap, 1844 yılında yazılmıştır ki bu tarih Marx’ın gençlik yıllarına denk düşer. Afyon ile ilgili kısım ise, ilgili kitapta yer alan şu sözlerin sonunda anılır:
“Din içinde çekilen ıstırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ıstırabın bir ifadesi ve gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur.”
Şimdi Marx’ın yukarıdaki ifadelerinden ne anlamamız gerekiyor?
Öncelikle; yaşamakta olduğumuz reel/evrensel koşullar gereği, dinin, açıklanabilir somut temellere dayanan doğal bir ihtiyaç olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Peki, Marx “…kalpsiz dünyanın kalbi…” derken “gerçek kalp”ten mi bahsediyor yukarıda? Elbette, hayır! Ama gelin görün ki gerçek koşullar, kalp ve ruh için hiç boş alan bırakmamış, çekilen ıstırabı dile getirecek ve onu protesto edecek müsait bir zemine müsaade etmemiş… Oysa “…baskı altında ezilen yaratık…” gerçekte çektiği ıstırabı dile getirebilecek ve onu protesto edecek bir zemin arıyor; bir kalp, bir ruh ihtiyacı çekiyor. İşte tüm bunların yerini dolduracak şeyi de “DİN” kurumunda buluyor. Şimdi Marx‘ın bu beyanlarına dayanarak “Din, ortadan kaldırılmalıdır.” gibi toptancı ve kolaycı bir sonuca varılabilir mi? O halde burada biraz durmak ve Marx‘ın bu sözünü yeniden düşünmek icap ediyor.
Tam bu noktada, elle tutulur bir sonuca ulaşabilmek ve Marx’ın burada ne demek istediğini doğru anlayabilmek için; bu ifadelerin paradoksal yönünü ilgilendiren kavramlara değil de, onların işaret ettiği metaforlara bakmak gerekiyor. Marx burada dine dair tam beş tane metafordan bahsediyor; kalp, ruh, protesto, çığlık ve afyon. Buna göre din, ruhsuz koşullara, ruh ve canlılık getirir; kalpsiz/vicdansız dünyanın, kalbi/vicdanı olur. Yani aslında Marx burada, dinin manevi boyutunu anlatıyor; insanın psikolojik, sosyolojik ve ontolojik dünyasına getirmiş olduğu anlamı ve derin şiirselliği resmediyor. Ardından “… bir protestodur ve çığlıktır…” diyerek dinin yeryüzündeki işlev ve misyonuna işaret ediyor. Çünkü özü itibariyle din, yeryüzünde var olan durumlara bir protestodur, zulme isyandır; yanlışa, haksızlığa karşı çıkmaktır; var olan kötü gidişatı, ahlaksızlığı protesto etmektir. Din aynı zamanda yoksulların, ezilmişlerin, kimsesizlerin, çaresizlerin feryadı ve çığlığıdır. Ancak ruh olan, kalp olan, yeryüzündeki işlevi çığlık ve protesto olan bu din; egemenlerin, zenginlerin, dar kitlelerin eline geçerse işte o zaman halkın afyonu olur. Ayrıca bu ifadelerde dikkat edilirse; afyonun işlevi “uyuşturucu” ya da “narkoz” olarak değil, bir “ağrı kesici” olarak tanımlanıyor. Yani Marx aslında bu ifadelerde;
İnsafsız bir sömürü temeline oturtulan, eşitlikçi/insaniyetçi ahlaka hiçbir şekilde sığmayan bir “gerçek” dünyadan ve onun yarattığı sınıflaşma ve sefalet gibi 19. yüzyılın tahammül edilemeyen iş koşullarından bahsediyor. Daha açıkçası “ıstırap” çeken, baskılar altında preslenen insanların; aspirin alır gibi, dinin verdiği “insanlık yanılsaması”na nasıl sarıldıklarını anlatıyor, bunun özlemini ve protestosunu ne şekilde dile getirdiklerine dikkatleri çekiyor.
Daha sonraki paragrafta “Halkın yanılsamalı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, gerçek mutluluğu talep etmek demektir.” diyen Marx, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Onlara, koşulları hakkındaki yanılsamalarından vazgeçmelerini söylemek, onlara, yanılsamaları gerektiren koşullardan vazgeçmelerini söylemek demektir.”
Şimdi, Marx’ın bu son sözleriyle birlikte önümüze nasıl bir sonuç çıktı? “Yanılsama, koşulların ürünüdür.” sonucu çıktı. Şimdi buraya biraz odaklanalım: Koşullar, öylece kalacak ve sonra ona “Yanılsamanı bir tarafa bırak! Senin şuran sancı çekiyor; o sancı, gerçektir. Sakın ağrı kesici alma, gerçeklikten gözünü ayırma!” diyeceksin… Yani hem yarayı iyileştirmeyeceksin hem de adamın acısını azaltma çabasını engelleyeceksin… Böyle bir tezat mantık olabilir mi?
Dünya’nın geri kalanını bir yana bırakırsak, özetle toplumumuzda çoğu insanın kafasında yer eden bu meşhur sözün hâkim anlam izdüşümleri -üç aşağı beş yukarı- bu şekildedir.
MARX’IN SÖZÜNÜ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Marx’ın, dini bir “AFYON” olarak tanımlaması, dinin ikili yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü din, hem “devrim” oluşturma gibi bir gizil güce, hem de halkı “uyuşturma” gibi tehlikeli bir potansiyele sahiptir. Nitekim gençlik döneminde aktif ve dinamik felsefesiyle insanlara bir “kurtuluş öğretisi” sunan din, ilerleyen zamanlarda yorumcular ve tatbikçiler elinde bu işlevini tamamen yitirme noktasına gelmiştir. İslam’ın doğuşu; makam, servet ve bilginin -birilerinin elinde- mahsur bırakılmasına karşı bir devrim idi. Bu haklı devrim ve onu takip eden iyileştirme çabaları ise saltanat aşığı Müslümanlar tarafından makam, servet ve bilginin dar kitlelere tahsis edileceği bir karşı devrim ile yeryüzünden silinmiştir. Ardından özünde görme, duyma ve refleks yetilerini kaybetmiş bir toplumu kendine getirme çağrısı olan din ise, kitleleri uyuşturan bir afyona dönüştürülmüştür.
İran asıllı Müslüman sosyolog, aktivist ve düşünür Ali Şerîatî, Marx’ın bu çok tutulan sözünü “sınıflar savaşımı kavramsallaştırması” içinde değerlendirerek sosyalizm ile İslam arasındaki büyük bariyeri aşmaya çalışır ve “Dine Karşı Din” kitabında, Marx’a “Hangi din afyondur?” sorusunu yöneltir. Zira Şerîatî, hâkim sınıfların elindeki dini, “şirk dini” olarak adlandırır. Ezilen, sömürülen kitlelerin zihnini adeta felç eden bu dini ise şöyle tarif eder:
“Yorumlayan, kılıf uyduran ve bunları yasallaştıran; uyuşturan, duraklatan, sınırlayan ve halkın yaşayış tarzına kayıtsız kalan dindir.”
Görüldüğü üzere, Marx’ın ortadan kaldırılmasını istediği “afyon dini” ile Şerîatî’nin tanımını yaptığı “şirk dini” ne kadar da birbirine benzemektedir. Şimdi isterseniz, Marx’ın; ortadan kaldırmak istediği dinin nasıl bir din olduğunu, “…din, afyondur.” ifadesinin de içinde yer aldığı şu pasaja bakarak anlamaya çalışalım:
“Din, insanı değil; insan, dini yapar. Din, esasta ya kendisine henüz ulaşmayı başaramamış ya da kendisini bulup yeniden kaybetmiş insanın öz bilinci ve izzet-i nefsidir. Ama insan, dünyanın dışında yaşam süren soyut bir varlık değildir. İnsan; insanın, devletin ve toplumun dünyasıdır. Bu devlet ve toplum, dünyanın tepetaklak edilmiş bilinci olan dini üretir. Zira devlet ve toplum, tersyüz edilmiş dünyanın ta kendisidir. Din; bu dünyanın genel teorisi, ahlakî müeyyidesi, yegâne tamamlayıcısı, teselli ve mazeretin evrensel temelidir. İnsanî özün herhangi bir gerçek hakikate kavuşamaması sebebiyle o insanî özün hayali, gerçekleşmesidir. O halde dine karşı mücadele, dolaylı olarak ruhanî havası din olan dünyaya karşı mücadeledir.”
Bu din eleştirisini, dinin toptan ortadan kaldırılması ya da reddi şeklinde anlayanların veyahut anlamak isteyenlerin gözünde Marx’ın din tanımı haliyle şu şekilde olacaktır:
“İnsanları afyonlayan (uyutan) fikirlerin toplamından ibarettir.”
Dikkat edilirse Marx’ın bu din eleştirisi; bir reddiye ya da izale değil, tam aksine dinin toplumsal işlevini tüm çıplaklığı ile ortaya koyan genel bir eleştirel kabuldür. Ayrıca dinlerin saf oluşum “formları” ile Marx’ın görüşleri büyük benzerlikler göstermektedir. Esasen birilerinin elinde oyuncak olmayan dinler de, Marx’ın fikirleri de yoksul ve ezilmişlere, zalimlerin zulmünden kurtulacakları bir dünya kurmanın yolunu öğütlemektedir. Tek fark, hitap eden özne ile hitap eden zaman değişmiştir.
Marx aslında, insanları afyonlayarak uyuşturan ve tepkisiz bir nesneye dönüştüren dinden söz etmektedir. Kur’an da görme, işitme ve anlama yetilerini iflas ettirerek insanları birer felçliye dönüştüren dinden/inançtan bahsetmekte ve onu kesin bir dille eleştirip reddetmektedir. Kur’ân-ı Kerim göre toplumda birer norm haline getirilen her düşünce ve davranış, bir “din”dir. Bunlara kalpten bağlanmak da “iman”dır. Bu iyi de olabilir, kötü de; doğru da olabilir, yanlış da…
Maalesef Marx’ın bu söylemi, çoğu zaman ve çoğu kimse tarafından -bilinçli/bilinçsiz- bir din reddiyesi ya da izalesi olarak pazarlanmaktadır. Bence, dinin halkı hem küllerinden doğuran hem de uyuşturan ikili yapısına işaret eden bu söylemden dinsiz ideolojiler üretenlerin, Marx’ın “…Din, halkın afyonudur!” sözünü yeniden düşünmelerinde fayda vardır. Üstelik Marx’ın, nefret ve zulme karşı isyan bayrağını çeken judah Maccabee’nin özgürleştirme mücadelesini kendi öğretisinin ruhu haline getirdiği ve Tevrat’ın, Makkabileri anlatan bölümündeki temel kavramları kendi öğretisine dahil ettiği gerçeği ortadayken…
Sabri ABDULLAHOĞLU – 2019/Kasım
Not: Bu yazı yazılırken, Murat Belge’nin 01.05.2016 tarihinde T24.com sitesinde yayımlanan “Din halkın afyonudur” yazısından yer yer iktibaslar yapılmıştır.
Benim çokça karl max okuyan arkadaşlarım var.nedense ayrı ayrı yerlerde ondan bahsederler ben de dinlerdim.baze farklı ortamlarda aynı konu üzerinde anlatımda tezatlıkları vardı.özellikle de bu din afyon konusunda.bende MAX ın almanca çevinin türkçesini okudum.bir iki papaza laf vurdu.dinin afyonla ilgili bölümünü bulamadım neyse.ama ben hep bir filozofun düz anlatımla böyle olumsuz kastedeceği aklımın ucundan geçemeyeceği idi.sizin açıklamalarınız.düşünceme destek oldu.toplumda bir sürü insan max ıda Freud dı da hep yanlış değerlendiriyor.teşekkürler .başarılar…