• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Sabri ABDULLAHOĞLU
Sabri  ABDULLAHOĞLU
sabriabdullah@yandex.com
İKİ KABA SINIFSAL AYIRIM: “Kodamanlar ve Garibanlar”
  • 0
  • 340
  • 15 Eylül 2020 Salı
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Tarih boyunca insanlar; statü, mülkiyet ve iktidar üzerinden toplum içinde kaba sınıfsal ayrımlara dağılmış ya da dağıtılmışlardır. Bu sınıfsal ayrımları ifade etmek için ise toplum içinde çeşitli kavramlar türetilmiştir. Bu kavramlar bazen sosyal bir tabakayı, bazen de sosyal bir sınıfı sembolize eden nitelikler taşımıştır. İster “sınıf” ister “tabaka” olsun, bu kavramların tümü toplumdaki hiyerarşik konumların belirlenmesi için bir işlev görmüştür. Bu yazımda Sanayi Devrimi sonrası oluşan toplum yapısıyla birlikte, üretim ilişkilerinin de şekillendirdiği ve bugünkü modern kavramsal anlamıyla olmasa da bir olgu olarak, toplumlarda yer bulan şu iki kavram üzerinde duracağım: “KODAMANLAR” ve “GARİBANLAR”

Genelde hukuk karşında herkes “eşit” olduğunu düşünür; ama milyarder bir iş adamı veya ensesi kalın, eli-ayağı uzun bir siyasi (KODAMAN) ile sıradan bir insan (GARİBAN) karşı karşıya geldiğinde bu durumun hiç de öyle olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır. Çünkü taraflardan biri avukat ordusuyla mahkemeyi köşeye sıkıştırabilirken, diğeri kıt imkânlarla kendini savunmak için çırpınıp duracaktır. Ayrıca gündelik hayatın da bir yargısı ve mahkemesi olduğunu unutmamak gerekiyor; çünkü birileri her an ve her yerde hakkımızda bir “mahkeme” kurup bizim ne olduğumuza dair hemencecik bir hükme varıyor. Peki, bu mahkeme ve yargılama karşısında bizler neyiz; KODAMAN mı, GARİBAN mı?

Karl Marks, toplumları iki sınıfa ayırır ve sermayeyi elinde tutanlara, burjuva sınıfı; sermeye için çalışan ve üretim yapanlara ise proletarya sınıfı adını koyar. Bu iki sınıfsal ayrım, toplum içi üretim modelleri farklılaşıp çeşitlendikçe daha karmaşık bir hal almış; bunun neticesinde de birtakım devrimler yaşanmış ve bazı haklar kazanılmıştır. Ancak bu durum ya da sorun, yalnızca bir “haklar” ya da “toplumsal ilişkiler” meselesi bağlamında ele alınamaz. Zira bu meselenin varoluşsal bir yanı da vardır.

Bu meselenin varoluşsal yanını isterseniz şu güncel iki soru ile açayım:

İstediği zaman ve yerde Covid-19 testi yaptırma imkânına sahip olan ve bu sağlık hizmetinin en üst düzeyini defalarca alabilecek durumdaki kişiler (KODOMANLAR) ile tümüyle bulunduğu yerin sağlık sisteminin insafına kalmış sıradan insanlar (GARİBANLAR) eşit mi sizce?

Neden ABD’de, İngiltere’de, Avrupa’da ya da dünyanın gelişmiş diğer bölgelerinde salgının en çok etkilediği ve ölüm oranlarının en yüksek olduğu kesimler; Siyahlar, Hispanikler, Hintliler, Pakistanlılar, Bangladeşliler ya da Afrika kökenli insanlar?

Bu iki sorunun cevabının “yoksulluk” olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak buradaki esas problem bizim yoksul, yani “GARİBAN” olduğumuzun pek de farkında olmayışımızdır. Bunu da şöyle açayım:

İngiliz yardım kuruluşu Oxfam‘ın 2020 raporuna göre dünyanın en zengin 26 kişinin toplam serveti, dünya nüfusunun yarısının servetine denk düşüyor. Bu 26 kişi, her geçen gün zenginliğine zenginlik katıyor ve şirketlerinde çalışanların maliyetini daha aşağı çekebilmek için hiç durmadan yeni projeler üretiyorlar.

Modern dünya, “eşitlik” ve “adalet” fikrini revaçta tutabilme için “eşit ve adil imkanlar” sunduğunu ileri sürer ve bunu en çok “eğitim” alanında yaptığını vurgular. Çünkü her kesimden insanın alacağı eğitim ne kadar eşit ve adil olursa, toplumda o kadar eşitlikçi ve adil bir rekabet ortamı yaratılabilir. Bunlar çok güzel sözler ve idealde mükemmel bir fikir… Ancak bu fikir, ne yazık ki pratikte neredeyse yok hükmündedir. Nitekim Covid-19 salgınıyla birlikte yılan hikâyesine dönen uzaktan eğitim meselesinin geldiği son nokta, içinde bulunulan sosyo-ekonomik statünün bireylerin geleceğini nasıl da hayatî bir biçimde etkilediğini gözler önüne serdi.

Bunun yanında hayati bir mevzu daha var ki o da, ensesi kalın KODAMANLARIN İMTİYAZI meselesi… Belki bir kast sistemi içinde yaşamıyoruz; ama her insanın yetiştiği ekonomik, sosyal ve kültürel bir birikim düzeyi bulunmaktır. Ve bu, adeta kalıtsal miras gibi alınan bir imtiyaz niteliğinde… Bunun ne demek olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığı‘nın hazırladığı ve 2020 sınav sonuçlarının analiz edildiği şu raporun sonuçları ile anlatmaya çalışayım:

LGS (Liselere Geçiş Sınavı) 2020 sonuçlarına göre ilkokul mezunu bir annenin çocuğunun puanıyla üniversite mezunu bir annenin çocuğunun puanı arasında ortalama 107 puan, ilkokul mezunu bir babanın çocuğunun puanıyla üniversite mezunu bir babanın çocuğunun puanı arasında ortalama 100 puan fark var. Buna göre anne ve babanın eğitim düzeyi yükseldikçe öğrencinin sınav ortalaması da belirgin bir şekilde yükseliyor.

Bu veriler bize sadece sınav başarısına dair değil, eğitimde fırsat eşitsizliğine dair de önemli şeyler söylüyor. Pek çok çalışma öğrencilerin akademik performansları ile sosyoekonomik durumları arasında kuvvetli bir ilişki olduğu gösteriyor.

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyeleri Dr. Abdurrahman Aydemir ve Dr. Hakkı Yazıcı’nın İstanbul Politikalar Merkezi için hazırladığı “Türkiye’de Eğitimde Fırsat Eşitliği” başlıklı politika notunda ise fırsat eşitliğini ölçmenin temel yolunun ebeveynlerin eğitim düzeyinin çocukların eğitim düzeyini ne kadar etkilediğini ölçmekten geçtiği anlatılıyor. 4500 kişi ile yapılan bu araştırmanın sonuçlarına göre;

babanın üniversite mezunu olduğu bir ailede yetişen bir çocuğun, babanın ilkokul mezunu olduğu bir ailede yetişen başka bir çocuğa göre ortalama sekiz yıl daha fazla eğitim alıyor. Babası ilkokulu bitirmemiş çocuklardan kendileri üniversite mezunu olanların oranı sadece % 3 iken, babası üniversite mezunu olan çocuklarda bu oran % 72 seviyesinde. Cinsiyete göre incelendiğinde ise kızların eğitiminin ailelerinin eğitiminden çok daha fazla etkilendiğini ve bunun da büyük ölçüde annelerin eğitiminin etkisinden kaynaklandığı gözlemleniyor. Yine çalışmaya göre anne eğitimindeki bir yıllık artış kız çocuğu eğitimini neredeyse bire bir oranında artırıyor.

Eğitim işi, bu meselenin bir yanı… Buna aileden kalan zenginlik, sosyal-siyasal ilişkiler ağı ve belirli bir konudaki ihtisas gibi konuları da ekleyecek olursak; her insanın dünyadaki ya da yereldeki “sermaye değeri”nin ne kadar çeşitlilik arz ettiğini daha net görebiliriz.

Bu sorunu daha da büyüten etken ise imtiyaz sahiplerinin ya da diğer bir kullanımla ensesi kalın KODAMANLAR’ın bu durumun pek farkında olmaması ve toplumun diğer kesimlerini, yani GARİBANLAR’ı kendileriyle eşit şartlarda sanmalarıdır. Üstelik çoğu zaman bu KODAMANLAR, bir böceği kovalarken yanlışlıkla bir GARİBAN’a basıyor ve bunun farkında bile olmuyorlar.

Özetle KODAMANLAR ve GARİBANLAR arasındaki imtiyaz ve imkân farklarını dikkate almadan ortaya koyulan her türlü politik hamle, geliştirilen her çözüm yöntemi ve yapılan her türlü durum tespiti “boş” olarak kalmaya mahkumdur. Siz de başarılı insanların aile fertlerinin ne işler yaptığına bakarak bu başarının ne kadarının sosyo-ekonomik miras, ne kadarının gerçek bir çaba ve gayretin ürünü olduğunu bilebilirsiniz. Bu ölçüden hareketle iyi ülkenin, KODAMANLAR ile GARİBANLAR arasındaki imtiyaz ve farkların mümkün mertebe az olduğu, kötü ülkenin ise KODAMANLAR’ın GARİBANLAR karşısında hâlâ mağdur(!) ayağına yatabildiği ve sistemi kendi çıkarları doğrultusunda eğip bükebildiği yerdir diyebiliriz.

Ne yazık ki dünyamız,

işte bu iç içe geçmiş ve tedavisi gerçekten zor eşitsizliklerle müpteladır. Bunları KODAMANLAR’a düşman olalım diye değil, dünyamızı ve hayatımızı ancak birlik olarak daha iyi kılabileceğimizi bilelim diye anlatıyorum. Modern dünyanın karanlıklarına küfürler savurup yaşam sevincimizi ve enerjimizi söndürmek yerine, o karanlıklara mumlar yakıp hem önümüzü hem de peşimizden gelenleri aydınlatalım.


Sabri ABDULLAHOĞLU – Eylül/2020

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.