• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Mesut ERDEMİR
Mesut  ERDEMİR
nicinfelsefe@hotmail.com
FİLOZOFLARLA HAYALİ DİYALOGLAR (4): “Søren Kierkegaard”
  • 0
  • 342
  • 15 Aralık 2019 Pazar
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Varoluşçuluk olarak nitelendirilen bu felsefi akımı sizlerle biraz söyleşi tarzında işlemek istiyorum. Felsefe akımları arasında en moda akım olarak Varoluşçuluk karşımıza çıkmaktadır. Acaba bu durumun dayandığı haklı bir neden olabilir mi diye düşünmenizi istiyorum. Unutmadan söylemek istiyorum bir felsefe akımının ya da öğretisinin moda haline gelmesi onun haklı veya üstün olduğunu göstermez. Hatta böyle bir durumun sakıncaları bile vardır; hepinizin bildiği gibi moda aynı zamanda gelip geçici olan anlamına da gelmektedir. Elbette Varoluşçuluğun dayandığı haklı bir neden veya nedenlerden söz edilebilir. Bu yaygınlaşmanın en önemli nedeni ise çağımızın yani içinde yaşadığımız modern dünyanın insanı bir bunalıma ve anlamsızlığa  sürüklemiş olmasıdır.

Varoluş felsefesi çağımızla sıkı bir ilişki içerisindedir. Geçmiş çağlara şöyle bir baktığınızda acaba neler gördüğünüzü bana anlatabilir misiniz? Örneğin Antikçağ hangi karakteriyle öne çıkmaktadır.

Mesut: Vedat bu sorunun yanıtını sen verebilir misin?

Vedat: Antik dünyanın insanı(filozofu) kendisini bu dünyanın bir parçası olarak görür.

Mesut: Evet, çok doğru söyledin. İstersen ben devam edeyim. Antikçağ’ ın tarihsel olarak devamı olan Ortaçağ’a geldiğimizde ise bu çağın insanı kendini içsel olarak Tanrı’ya bağlamıştır.   Yeniçağ Felsefesi ise insanı aklın gücüne inandırmayı hedeflemiştir. Günümüzün modern insanı ise bütün dayanaklarını kaybetmiştir. Ve dolayısıyla “modern insan için buzdağının dibi görünmüştür” diyebiliriz.  Çağımızın büyülü kavramları olan liberalizm ve onun ekonomik tahakkümünü inşa eden kapitalizm insanı anlamsızlık kuyusuna hiç düşünmeden itivermiştir. Şimdi ne olacak? Ya da böylesine bir sonuç, insan için  değiştirilemez bir kader olarak kabul edilebilir mi? Sorulması gereken en önemli soru ise bu durumun sorumlusu kimdir?  Gerçektende bunun sorumlusu insanlara dayanışmayı ve biz olmayı unutturan modernizm midir? Artık görmemiz gereken temel nokta, insanın  kendisi için bir sorun haline geldiğidir. Acaba bütün insani özelliklerimizi kayıp mı ettik? Ne dersiniz?

Eda: Hocam…!

Mesut: Söz sen de Edacığım…

Eda: Bana göre, çağımızda durmadan çoğalan bir kalabalıklaşma içinde yaşıyoruz. Bugün her yanımız da bir dolup-taşma var. Şehirler insanlarla dolup taşıyor. Evler insanlarla; oteller, trenler, kahveler dolaşanlarla dolup taşıyor. Ünlü doktorların bekleme salonları hastalarla; sinemalar tiyatrolar izleyicilerle dolup taşıyor. Geçmişte insanların sorun olarak görmedikleri “bir yer bulma” bugün insanlar için bir sorun haline gelmiştir. Çocuğu ilkokula başlayan bir anne-baba için okul bulmak, liseyi bitiren bir genç için fakülteyi kazanmak ve yer bulmak bir sorun haline gelmiştir. Kalabalık her yeri doldurmaya başladı hocam. Aynı ilgiyi, kültürü veya bilgiyi paylaşanlar yanyana geldiler ve bir kitleye dönüştüler. Sizin Gassettiden bizlere aktardığınız bir sözle konuşmamı bitirmek istiyorum: Artık kahramanlar yok koro var.

Mesut: Eda’nın anlattığı bu durumun iki boyutu var: Günümüzde bütün insanların azda ya da çok kültür nimetlerinden bir pay aldığını söyleyebiliriz. Bu durum, bizlere kültürel anlamda tarihte bir ilerleme olduğunu gösteriyor. Ancak bu yığınlaşma durumunda tek insan kayboluyor, kitle içinde sıradan bir insan haline dönüşüyor. Ve bence en önemlisi tek insanın sorumluluk duygusu ortadan kalkıyor. Geçen ders hatırlarsanız şöyle bir söz sarfetmiştim: “Modern insan bir devlet veya özel bir hastaneden dünyaya merhaba der, oradan yuvaya, yuvadan okula, sonrada ya bir fabrikaya ya bir büroya ya devlet dairesine ya da bilumum iş alanlarına  çalışacak eleman olarak geçiyor. Modern insan aslında kendisinin belirlediği bir yaşamı sürdürmüyor, nasıl öleceğine ve hangi koşullarda hayata göz yumacağına bile kendisi karar vermiyor.” İşte bu gelişmenin sonucunda Varoluşçuluk diye adlandırdığımız felsefe ortaya çıkıyor. O felsefe, modern insanın bir şeyleri duyması için bizzat çığlık atıyor. “Modern çağın insanı! Gerçi çok şey kazandın ama bir o kadar da kaybettin. Evreni ele geçireyim derken kendini kaybettin. Atomun sırrını çözdün ama kendine ve etrafına yabancılaşmaya başladın. Her şeyini ama her şeyini elinden alabilirler ama bir tek şeye izin verme: Kendi varoluşunu.”  Sakın “kendi yaşamına kendin biçim verme” hakkından vazgeçme. Bu Varoluş Felsefesi temel olarak insana şu soruyu yöneltmektedir: Kendi kendini yitirdikten sonra bütün dünyayı ele geçirsen ne olur ki?  Aslında bu felsefe insani bir bunalımla başlamış ve nihayetinde bir bunalım felsefesine dönüşmüştür diyebilir miyiz bilmiyorum.Bu felsefe insanı karar verme, yeni bir tavır alma, çağını yargılama, ürkütme, ya o-ya o noktasına getirmek istiyor. Bu felsefenin yaygınlaşmaya başladığı döneme bakarsak fazla söze gerek kalmayacağını düşünüyorum. Varoluş felsefesi toplumsal devrimlerle beraber en çok 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır.

Sevgili öğrencilerim; modern anlamda varoluş kavramını ilk geliştiren düşünür Kierkegaard olmuştur. Bundan dolayı bu akımın öncüsü sayılmaktadır. Varoluşçu felsefenin, felsefe dışında özellikle edebiyatta da etkili olduğunu söyleyebilirim. Camus, Kafka, Sartre vd. buna örnek olarak verilebilir. Bu akımın diğer önemli temsilcileri K.Jaspers, M.Heidegger, J.P.Sartre, G.Marcel’dir.

Sizden ricam şimdi tahtaya yazacağım Varoluşçuluk Felsefesi’nin temel özelliklerini not almanızdır:

  • Canlılar alemi içerisinde yalnız insanın varoluşu vardır.

  • Yaşama anlam katan ve onu kendisi için yaşanılır veya yaşanılmaz kılan tek varlık insandır.

  • Her şeyin ölçüsü bireysel yaşamdır. Tek tek bireylerin varoluş mücadelesi düşünceyle kavranamaz, akıl dışıdır ancak sezgi ile kavranabilir.

  • Her insan evrene ya da üstün bir güce bağlı olmadan, kendi yaşamını kendisi seçer.

  • Birey olarak insan ilk önce yaşar yani birey olarak varoluşunu gerçekleştirir. Bu varoluş sürecinde ortaya çıkan şey insanın “özü” dür. Bir insanın tüm özü, öldükten ve defteri kapandıktan sonra yaptıklarının tümüdür. Bir tek insanda varoluş özden önce gelir diğer bütün canlılarda öz varoluştan önce gelir.

  • İnsanı insan yapan ve onun varoluşunu gerçekleştirmesini sağlayan en önemli öğe bilinçtir.Bilinç ise insanın kendisinin ve çevresinin farkında olmasını sağlayan en önemli ruhsal mekanizmadır.

  • Her şeye yaşam dahil her şeye anlam veren insandır ve ona kendisinden başka yol gösterecek bir kimse yoktur. İnsanın özgür olması için birey olması gerekir. Bireyleşme yoluyla ancak sürüleşmeye karşı direnmek mümkün olabilir.

  • Bu akıma göre insan bu dünyaya bırakılmış yani atılmış durumdadır. İnsan bu atılmışlık duygusu içinde kendi varoluşunu gerçekleştirmeye çalışır. İnsanın kendisini belirleyebilmesi seçme hürriyeti ile mümkün olabilir. İnsanın seçme hürriyeti varsa onu yaptıklarından sorumlu tutabilirsiniz. Bundan dolayı insan özgürlüğe mahkûmdur. Bu bağlamda ateist varoluşçular Tanrı’nın insan özgürlüğünü ortadan kaldırdığını düşünerek onu yok sayma yolunu tercih etmişlerdir. Oysa teist varoluşçular Tanrı’nın insan özgürlüğünü ortadan kaldırmadığını düşünmektedirler. 

  • Varoluşçuluğa göre ahlaksızlık yoktur. Özgürlüğe ve özgür bir biçimde karar vermeye zorunlu olduğumuzdan bize yalnızca yaptıklarımızın sonucuna katlanmak kalır. İnsan için bir tek ahlaksızlık görünümü vardır o da yaptıklarımızdan pişman olmamızdır.

  • Bu akımın kurucusu olan Sören Kiergaard’la ( 1813-1855) yaptığım hayali bir diyalogu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mesut: Bizlere yaşamınızdan bahsedermisiniz.

Kiergaard: Danimarka’nın Kopenhag kentinde dünyaya geldim. Bütün yapıtlarımı kendi ulusal dilimi (Danca) kullanarak yazdım. Yaşadığım sürece kendi ülkemin dışında pek fazla tanınan bir filozof değildim. Öldükten sonra felsefe dünyasında nasıl bir etkiye sahip olduğumu bilemiyorum. Bunu ancak siz bilebilirsiniz.

Mesut: Sizin ölümünüzle beraber eserlerinizin Almanca’ya çevrilmesi, sizi, dünya çapında bir filozof yaptı. Alman Varoluşçuluk Felsefesi sizi modern bir filozof haline dönüştürdü. Bu durumunuzu en çok Heideger’e borçlusunuz. Varoluş terimini modern anlamda kullanan ilk filozofsunuz. Peki sevgili düşünürüm; Varoluş derken neyi kastediyorsunuz ve bu kavramdan ne anlıyorsunuz? Öğrenebilir miyim?

Kiergaard: Soyut düşünmede varoluş kaygılarıyla beraber tek kişi her zaman unutulmuştur. Soyut düşünmede olduğu gibi nesnel düşünme de kişi bir tarafa itilmiş ve bireyin tutkuları, hırsı nefreti, sevgisi bir tarafa itilmiştir. Kısacası nesnel düşünmede her içten olay ölmüş ve kişi donuklaştırılmıştır. Ben bireysel varoluşu anlaşılabilir kılabilmek için nesnel düşünüşün karşısına öznel düşünüşü koyuyorum. Öznel düşünmeyi başaran kendi gerçek varoluşunu keşfeder.

Mesut: Peki Hegel felsefesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kiergaard: Aslında Hegel soyut düşünüşün tipik bir örneğidir. Hegel felsefesinde “tek kişi”  ve onun varoluşu ortadan kalkmıştır. Birey bir rüzgarın önünde sürüklenen bir kuru yaprak haline dönmüştür. Hegel için bir dahi olmanızın bile bir anlamı yoktur. Sizin içiniz boştur. Adeta boş bir konserve kutusundan farkınız yok gibidir. Her şey evrensel bir güç tarafından yönetilmekte ve her şeyin anlamını o yani “evrensel tin” belirlemektedir.

Mesut: O zaman  kendinize ait varoluş görüşünüzü bizlerle paylaşır mısınız?

Kiergaard: Tabi neden olmasın. Hem sevgili öğrencilerinizde bu açıklamalarıma bir eleştiri getirebilme fırsatını yakalamış olurlar. Benim felsefem doğrudan doğruya insana şu çağrıyı yapar: “Yaşamını boşa harcama, günlerini öldürme, uyku içinde geçirme, uyan ve insan ol.”

Mesut: Sizinle yapılan bir söyleşide şöyle diyorsunuz: “Bütün yaşamımı, doymuşluğu içinde uyuklayan insanı uyandırmakla geçirdim.” Bence sizin burada göremediğiniz, insanın hiçbir zaman kendi varoluşunu gerçekleştirmesi için tek başına bırakılmadığıdır.

Kiergaard: İnsanları biri cılız biri kanatlı, eşit olmayan iki atın çektiği bir arabaya oturtup yürü diye bağırsak, belki o zaman uyanacaklar. Burada kanatlı at sonsuzluğu, cılız at zamanı, arabacı ise içimizden birisini sembolize etmektedir. Zaman içinde sonsuzluğun kendisine parıldadığı kimse, kendi varoluşunda uyanmış olan kimsedir.

Mesut: Bu durum daha çok insanın gerginlik anını sembolize etmektedir.

Kiergaard: En iyi uyandırma aracı da kaygılı korku durumu ya da iç-daralmasıdır. Her insanın en derin yerinde bu korku yerleşiktir.

Mesut: İnsanın bu korku durumunu biraz daha somutlaştırır mısınız?

Kiergaard: Bazen kendinizi yapayalnız hissetmiyor musunuz? Tanrı tarafından unutulmuş olduğunuz aklınıza gelmiyor mu? Milyonlarca iş güç arasında gözden kaçmış olabileceğinizi düşünmüyor musunuz? İnanıyorum ki siz ve öğrencileriniz bu soruya içten bir evet cevabını veriyorsunuz. Eminim bu durum zayıf insanlar içindir diyorsunuz, fakat yanılıyorsunuz bu korku, bu iç-daralması korkak ruhlar için değildir. Ancak bu korkuyu yüreğinde duyan insanlar, varoluşlarını gerçekleştirmek için uyanık kalabilirler.

Mesut: Yani varoluş somut, öznel ve uyanık insanın yaşamıdır.

Kiergaard: Ancak varoluş, üzerinde düşünülmeye elverişli değildir, onu düşündüğümüz anda onu ortadan kaldırmış oluruz. Varoluş olağanüstü bir şey, ona ancak sezerek ve inanarak ulaşabiliriz.

Mesut: Size göre varoluş irrasyonel (akıldışı). Onu kavramaya çalışırsak o elimizden kaçıp gider.

Kiergaard: Büyük ruh hareketlerinde ve tutkulu eylemlerde mantıksal çözülme çözülür, kaybolur.

Mesut: İntiharı, yaşamdan el etek çekerek yaşamayı, münzevi bir yaşam sürmeyi, ömrünü bir buluş yapmaya adamayı, idealleri için insan öldürmeyi  vd. Bu tür bireysel  eylemleri varoluşa örnek olarak verebiliriz. Size göre böyle bir durum bıçak sırtında yürümek değil midir?

Kiergaard: Zaten insan yaşamı olağanüstü olduğu zaman bir anlam kazanmaktadır. İnsan ancak böyle bir ruhsal durum içerisinde uyanıklığını devam ettirebilir.

Mesut: Biraz evvel cılız atı zamana benzetmiştiniz. Bu konuyu yani zaman kavramını biraz açar mısınız?

Kiergaard: Aslında iki türlü zamandan söz edebiliriz. Birincisi doğa bilimlerinin bağlandığı “nesnel zaman”, burada her şey saniyeler, dakikalar ve saatlerle ölçülür. Burada zaman ince bir çizgidir. İkincisi ise insanın “ öznel zamanı”dır. İnsan bu zaman dilimi içerisinde her şeyi “varoluş anları” ile ölçer. Bu anlar kişiden kişiye değişebilir yani “göreceli”dir.  İnsanın varoluş anları onun yaşamının anlamını belirleyen temel bir ölçüdür. İnsan, yaşamının anlamını yaşadığı yılların sayısına göre değil, ““varoluş anları”nın sayısına göre belirleyebilir.

Mesut: Yani ne kadar “var” olabiliyorsak, o kadar da anlamlı bir yaşamımız var demektir.

Kiergaard: Ne güzel ifade ettiniz.

Mesut: Teşekkürler….

Sefer: Ya Mesut hoca saat kaç?

Mesut: Sen nereden çıktın Seferius?

Sefer: Öyle deme bıre zalım hoca…

Kiergaard: Bu kim?

Mesut: Bu bizim mahallenin delisi….şaka yaptım…bizim mahallenin bakkalı Seferius..

Kiergaard: Seferius kardeşim, biraz evvel sorduğun soruyu şöyle sorsak daha iyi olmaz mı: Zaman nedir ya da zaman kaç? Emin olun bütün çocuklar böyle soruyor.

Sefer: Hoca yine bulmuşsun kendin gibi deliyi konuşiyin…

Kiergaard: Gelelim diğer konumuza…

Mesut: Buyurun Kiergaard?

Kiergaard: Doğruluk nedir? Bu soruyu da iki düzlemde yanıtlayabilirsiniz.  Nesnel açıdan doğruluk bir yargı bildirmektir. “İnsan canlı bir varlıktır.” önermesi nesnel açıdan doğru bir yargı bildirmektedir. Bu önerme herkes için doğru olan bir doğruluk değeri taşımaktadır. Burada duygular susmaktadır. Bir de öznel açıdan doğruluk vardır. Burada duygular işin içine girmekte ve mantık susmaktadır. Öznel açıdan doğruluk kişinin kendi içini ortaya koymasıdır. Bu doğrular ben onu yaşarsam var olabilir. Kız arkadaşının güzel olduğunu söylemek öznel açıdan bir doğruluk değeri taşımaktadır.

Seferius: Kriko kardeşim bizim insanlar şunu der: Zevkler ve renkler tartışılmaz.

Kiergaard: Tamda benim söylemek istediğim buydu. Demek ki her insan biraz filozof… Nerede kalmıştık. Öznel doğrular ancak ben onu yaşarsam meydana gelebiliyor. Bu tür bir doğruluk bir başkasına asla bildirilemez. Kısacası öznel açıdan ortaya çıkan doğruluk anlatılamaz, kitaplar halinde basılamaz; bu tür doğrular gerçekliği bildiremezler. Hatta hiçbir öğretmen bu doğrudur diye derse başlamamalı, eğer bu doğrudur diye derse başlarsa öğrenciyi kendisine benzetmekten başka bir şey yapmamış olur.  Öğretmenin yapması gereken şey, öğrencinin gerçekleştirebileceği olanakları ona göstermektir. Öğretmen dolaylı bir bildirme içerisinde olmalıdır.

Mesut: Bildiğim kadarıyla bu noktada “Sokratik” bir yol izlemişsiniz. Sizde Sokrates gibi sokaklarda dolaşarak insanları uyandırmaya çalışmışsınız. Sizin bu felsefi tavrınıza “Sokratik dialektik” denmektedir. Dialektik olmuş bitmiş doğruları ele almaz. Bu yöntem insanları ince bir ironi ile çeşitli sorular üzerinde düşünmeye yöneltir. Bildiğim kadarıyla sizde zengin olan burjuvaları bir at sineği gibi ürkütmeye ve rahatsız etmeye çalıştınız. Ne yazık ki sizde felsefe tarihinde rahat içinde bir ömür sürmüş olan bir miras yedi olarak anılıyorsunuz. Eleştirilmekten hoşlanır mısınız bilmem. Ben yine de sizi eleştirmekten kendimi alıkoyamayacağım. “ Var oluş tektir.” demiş olmanız sizden sonra abartılmış bir bireyselliğe yol açtı. Siz aslında kalabalık yani toplum içinde bireyi kurtarayım derken toplumsallıktan uzak bir bireyi öngördünüz. Bireyin topluma karşı olan sorumluluklarını ortadan kaldırdınız. Size göre kişi kendisine ve bir de Tanrı’ya karşı sorumludur. Kişinin derinliklerinde toplumun ve toplumsal olanın kişiyi dışardan sardığını ve yok ettiğini söylüyorsunuz; fakat toplum bir gerçeklik olarak var olmaya devam etti. Toplum size göre bireyin iç sorumluluğunu yok ediyor. Oysa ben toplumun hem kendisine hem de bir başkasına karşı olan sorumluluğunu artırdığını düşünüyorum. Diyorsunuz ki; kitle doğruluğu ve ahlaklı olmayı ortadan kaldırır. Sizde Nietzsche gibi demokrasi ve sosyalizm düşmanlığı yapıyorsunuz. Peki sahici bir toplum ya da topluluk yok mu?

Sefer: Vallahide var billahide var. Mesela bizim mahalle köküne kadar bir topluluk. Biliyor musun Kriko kardeşim,  bizim mahallede herkes aşını ekmeğini paylaşır ama anladığım kadarıyla sizin memlekette paylaşma, dertleşme, yarenlik yok… Anlatabildim mi?  Mesut hoca… Bu kaçık herif benim Ayten’i ailesinden ister mi acaba?

Mesut: Çocuğum koskoca filozofu kız istemeye mi götüreceğiz?

Sefer: Ne var bunda. Bende Allah’ın kulu değil miyim? Ya hoccaaa bu heriften çok sıkıldım ya….

Mesut:  Seferciğim Jaspers diyor ki “ Varoluş tanımlanamaz ancak yaşanır.

Sefer: Bu filozof herifler bu lafları nereden buluyorlar. Ula bunların işi gücü yok herhalde, sabahtan akşama bu lafları yumurtlamak için kukuman kuşu gibi düşünüyorlar her halde…

Mesut: Sefer Allah aşkına kes konuşmayı da biraz dinle. Jaspers’e göre varoluş insanın gerçekten kendisi olmasıdır. Bu durum ancak özgür olan insanlarla ve bu insanların koşulsuz kararlarıylala gerçekleşebilir. Başka bir ifadeyle varoluş bilmekle olmaz ancak eylemlerimizle somutlaşabilir. Bu eylem hali sürekli olmalıdır. Varoluşa giden en önemli yol ise varoluşsal iletişimdir.

Sefer: Ne diyon yavvvv….Ah Müslüm baba kurtar beni bu heriften.

Mesut: Dinle sevgili kardeşim. Burada sizin köydeki Ahmet ağayı anlatmıyoruz. Ne diyorduk: Varoluşsal iletişim….Bak Seferciğim her insan bir topluma doğar.

Sefer: Herhalde torbaya doğmuyor yani…

Mesut: Toplum, kendini bireye aktarır. Peki birey kendini bireye aktarabilir mi? Hayır aktaramaz. Onun için her insan hep kendini yaşar ve kendini var eder. Tek insan, kendi başına insan olmaz. Ben olma yani varolma, kendi varoluşunu gerçekleştirmek isteyenlerle olanaklıdır. Mesela sen kendi varoluşunu gerçekleştirirken, benim gibi kendi varoluşunu gerçekleştirmeye çalışanlarla iletişim içinde olarak kendini gerçekleştirebilirsin. Bu iletişimi sağlayan üç yol vardır: Yalnızlık, yüreklilik ve savaşım. Varoluşa giden yol sevgiden geçtiği gibi sınır durumlarda da kişisel varoluş ortaya çıkabilir. Nedir sınır durum? Örneğin senin Ayten karşısında ki durumun bir sınır durumdur. Bir durum aşılmaz bir duvar gibi karşımıza çıktığında sınır durum ortaya çıkar. İnsan kendini ona bağlı bulur senin Ayten’e bağlı olman gibi. Ona hakim olamazsın ve onu göremezsin, onda kalırsın, işte o zaman uyanırsın ben ne yapıyorum dersin ve kendine gelirsin ve varolmak için harekete geçersin. Bunun dışında dört ayrı özel sınır durumdan daha söz edebiliriz: Ölüm ve acı, savaşma ve suç.

Sefer: Yani varoluş: İnsanı ancak özgür kararıyla gerçekleşecek olan asıl kendi olmasıdır. Ne oluyor lan bana. Kim söylüyor bu lafları hoca…

Mesut: Sefer sen söylüyorsun sennnn…. Sende bize katıldın.

Sefer: Ula yapma hoca daha gencim…kıyma bana… Ben dükkanı kapatıyorum kardaşım…

Mesut: Sen git Seferius… Bende eve geç kaldım… Görüşürüz.

Sefer: Görüşürüz hocaaaaa….


Mesut ERDEMİR – 2019/ARALIK

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.