Ahmet İnam’ın “mutsuzluk ahlaksızlıktır” iddiası üzerine… |
Ahmet İnam, “Mutsuzluk ahlaksızlıktır.” diye çok ciddi bir iddia ortaya atmıştır. Bunun üzerine Yıldız Işık, İnam hoca ile bu iddiası üzerine bir söyleşi yapmış ve bu söyleşiyi derleyerek “Mutsuzluk Ahlaksızlıktır&Yaşam Üstü Söyleşiler” adıyla bir kitapta yayımlamıştır. İnam hoca, söz konusu kitapta bu iddiasını temellendirirken şunları kaydeder:
“Düşünen, araştıran, soruşturan, eleştiren insanın mutsuz olması gerektiğine inanılır. Dünyadaki gidişe aklı eren insan, oradaki akıldışı akışı, haksızlığı, sömürüyü, acıyı, iletişimsizliği, kısacası dünyadaki cehennemi görür ve mutsuz olur. Aydın mutsuzdur; gördüğü karşısında, gördüğünü düzeltmeye çabalamasındaki yetersizliği karşısında mutsuzdur. Düşününce mutsuz olur insan; bir anlamda nasıl düştüğünü görmüştür, kendinin ve insanlığın. ‘Düşünüyorum, o halde mutsuzum’ der. Mutsuzluk dünyayı değiştirmenin bir gerekçesi, hatta itici gücü ve enerjisi olur. Mutsuzluk, uyumamanın, uyanıklığın, isyanın, eleştirinin bir itici gücüdür. Mutsuz, bilinçlidir, bilgilidir, asidir. Oysa mutlu, tam bir salaktır. Düşünme gücünden yoksun, bilgisiz olduğu için mutludur. Aydın mutlu olamaz; o denli çok kaygısı, içinden bir türlü çıkamadığı kendisine, düzene, düzenin değiştirilmesine ait sıkıntıları vardır ki mutlu olması olanaksızdır. Boş kafalı, yaşamayı yüzeyden alan, sorumsuz, bencil insanlar ise mutluyum diye dolaşırlar.”
Dünyada bir zulüm, haksızlık ve sömürü düzeni olduğu aşikardır. Mutsuz olmamız ve ıstırap çekmemiz için de sayısız geçerli neden vardır. Hatta genel hakim kanaate göre, olup bitenin acı verici durumu karşısında mutsuz olmak insana daha fazla yakışan bir şeydir. İnam’a göre bu düşünce yanlıştır. Çünkü ona göre “Akıllı mutsuz, salak mutludur.” anlayışı, avuntudan başka bir şey değildir. Mutlu olmak/olabilmek, insan olmanın bir sorumluluğudur. Fakat mutluluk denen olgu, hiçbir zaman; oyalanmak, aldanmak, görmezlikten gelmek ve sorunlardan köşe bucak kaçmak için polyanna rolünü oynamak demek değildir. Bir aldanma sonucunda gelen mutluluk, sözde mutluluktur ve mutsuzluk aslında yaşama beceriksizliğidir. Esas mutluluk ise iç ve dış özgürlüğe ulaşabilmede bir zirve noktasıdır. İç âlemimiz ile duygu/düşünce dünyamızın özgür oluşu; insanlarla kurmuş olduğumuz bireysel ve toplumsal ilişkilerimizin özgürleşebilmesinde ciddi bir motivasyon kaynağıdır; hedeflerimize, hayallerimize ve ütopyamıza bizi ulaştırabilme gücüdür. İşte bu paha biçilmez gücü idrak edememek ve ona yabancı kalmak, açık açık bir sorumsuzluktur. O halde mutsuzluk, ahlaksızlıktır. Mutluluk ise yaşamaya hazır olmadır. Yani geçmişi üstlenerek, eleyerek ve yorumlayarak geleceğe doğru adım adım yürüyebilme halidir. İnsan, sadece güllük/gülistanlık zamanlarda değil; savaşta, kavgada, kuşkuda ve zulüm görmede de mutlu olabilir. Çünkü mutluluk; bir haz değil, bir karakter meselesidir. Mutlu insan bu ahlaki karakteriyle, hayatında olmuş ve olacak her şeyi yaşar. Dünyadaki problemlere bakışımızın ve bunlara karşı takındığımız tavrın, gerçeğin peşinde olmanın ve kimi fiillerin çekirdeğini taşıyan; kendi karakterimizdir. O yüzden karakterimiz, mutluluk karakteri ise gelip geçici mutsuzluklarımızı görmezden geliriz ve onları simyacı gibi mutluluğa dönüştürmeye gayret ederiz.
Evet, bahse konu iddiaya dair Ahmet İnam’ın görüşleri yukarıdaki gibidir. Biz de konuyu toparlama babında, Ahmet İnam’dan farklı olarak ya da onun bu düşüncelerine katkı niteliğinde şunları söyleyebiliriz:
Bizce dünya hayatı, ne -haddinden fazla- ondan alınmaya ne de -haddinden fazla- onu ciddiye almaya gelir. İnsan, bu hayat sahnesinde kolayca yıkılıveren bir varlık değildir; acı, gam ve kedere epeyce dirençlidir. Öyle ki bir çok insanın hayatı çok sert ve ağırdır. Hemen her günü; acı, gam ve keder yüklüdür. Ama buna rağmen tek başına hayat, insanın “ben bu hayatta mutsuzum” deyip yaşamını sonlandırmasını ya da hayallerinin/hedeflerinin peşinden koşmayı bırakarak bir kenarda faydasızca oturmasını gerektirecek kadar “değerli” bir şey değildir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim‘de, Hadîd Sûresi‘nin 20. ayetinde yer alan ve dünya hayatının ne ölçüde kıymetli olduğunu anlatan şu ifadeler de aynı noktaya işaret eder:
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.”
Hayatı anlamlı ve yaşanılır kılan en önemli şeyler; Yüce Allah’ın insanları yaratmadaki en temel amaçlardan biri olduğuna kayıtsız/şartsız inandığım iyilik yapmak ve insanî/ahlakî değerleri sahiplenip onları üretmek/yüceltmek, başka insanların hayat hikâyelerinde tebessüm ve sevgi ile yâd edilecek eşsiz izler bırakmak ve şu hayatta en değerli şeyin insan olduğu gerçeğini hem zihnimizde hem de eylemlerimizde yaşamak olsa gerektir. Diğer taraftan insanlığa gönderilen ilahî masajları biraz olsun “doğru” anlayan bir insan; Yüce Allah’ın biz insanoğluna, “Çalışıp gayret etmeden hazıra kon, benim varlık sahasına çıkardığım her şeye hiç emek vermeden sahip ol!” demediğini, tam tersine “Ey kulum! Sen de bunların üstüne bir şeyler kat, üret, gayret et, emek ver, tembel ve miskin olma.” dediğini çok iyi bilir. Şu da bir gerçek ki, bu ilahî tavsiyeyi yerine getirmek; din üzerinden didişmek, dini sömürmek, insanî değerleri çiğnemek ve bizim gibi düşünmeyenlere küfredip onları ötekileştirmek ile olmuyor/olmamalı. Bu sayılan şeyler; dini kullanmayarak ve onun üzerinden çıkar polemiklerine girmeyerek, bizden olmayanları ezmeyerek/üzmeyerek, bir sorunun çözümü için el vererek, üreterek, çalışarak ve en önemlisi de iyilikleri çoğaltmaya çalışarak oluyor. Ne var ki insanlar, -haklı olarak- artık mutlu olmak, dini de güven ve mutluluk fırsatı olarak yaşamak/görmek istiyor.
Emeğinize sağlık.