• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Mesut ERDEMİR
Mesut  ERDEMİR
nicinfelsefe@hotmail.com
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN DÜŞÜNÜRLER (I-II)
  • 0
  • 314
  • 19 Kasım 2019 Salı
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Kafka Yayınevi yazarlarından Sadık USTA tarafından beş cilt  halinde hazırlanan  “Dünyayı Değiştiren Düşünürler” adlı kitaplar, dünyayı değiştirmek için yaşamlarını ortaya koyan düşünürlerin, düşünme sistematiklerinin gerisinde yatan toplumsal ve siyasi atmosferi objektif bir biçimde anlamak bakımından önemlidir. Sadık USTA kitapta, Rönesans’tan Aydınlanma’ya kadarki 100 yıllık süreçte felsefe tarihine damga vurmuş filozofların eserlerinden okuma bölümleri aktarırken, aynı zamanda özgün sunuşlarıyla filozoflara, düşüncelerine ve içinde yaşadıkları çağa ilişkin bilgiler de vermektedir.

Bilinen bir şeydir, düşünce tarihinin sayfaları arasında dolaşmaya başladığınızda sıradan insanlara basit bir doğa olayıymış gibi görünen şeylerin aslında o kadar da basit olmadığını anlarız… Veyahut;

  1. Ben kimim?
  2. İnsan nedir?
  3. Üzerinde yaşadığım bu dünya nedir?

minvalinde sorulan sorular, birçok insan tarafından anlamsız bulunur. “Dünyayı Değiştiren Düşünürler” adlı bu eser, esasen;

sorularla ortaya çıkan insanın, düşünme serüveninin bizler adına bir fotoğrafını çekmektedir.

Eserin I. cildinde;

hem ilkel insanın hem de insanlık tarihinin en eski yazılı ve sözlü metinlerinden kabul edilen “Hint Vedaları”ndan başlayarak, eski şark köleci toplumların düşünsel dünyasına ve oradan feodal ve erken burjuva döneminin hümanist düşünürlerine ve oradan da  materyalizm-idealizm kamplaşmasına bir düşünsel yolculuk yapıyorsunuz.

Bu cildin alt başlıklarına baktığınızda ise; İndus Vadisi’nde uygarlık ve felsefe ilişkisinden, MÖ 6.yüzyılda Grekli Doğa Filozofları ile aynı dönemde  yaşadığı sanılan  Lao Tse’un Tao’suna, Antik Yunan-Roma felsefesinin başlangıç noktası olarak kabul edilen ve Türkiye’nin Batı Anadolu’sunda kaynağını bulan Doğa Filozofları’ndan Roma’lı filozof Seneca’ya, Doğu Rönesansı’dan Brunoya kadar uzanan konu başlıklarıyla karşılaşıyorsunuz.

İkinci cilt,

Nikolaus Kopernik’le başlar ve Kopernik’in  “İtalya’da, Hollanda’da ve Kuzey Avrupa’nın deniz ve ticaret kentlerinde gelişmekte olan burjuvazinin bilimsel keşiflere ve yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardı.” saptamasına yer verilir. 

Köpernik’in başarısının gerisinde keskin bir materyalist ve esnek bir ampirist anlayışın olduğunu vurgulanırken, Ptolemaios’un katı bir ampirizme kapılmasının ideolojik zemine dayandığı aktarılmaktadır. Kopernik’in esas başarısının ise, kilisenin yüzyıllardır savunageldiği, yeryüzünün Tanrı’nın bir lütfu olduğu söylencesini yıkması olduğu belirtilir.

Kitapta ayrıca;

insan düşüncesindeki bu devrimci atılım, Jean Bodin’in “Devlet Üzerine” düşünceleriyle devam ettirilir. Yazar, Bodin’den sonra Bacon’a geçer ve düşünürün “Novum Organum” adlı eserinde geçen “Umarım bilim, faydacılar ve inancı tutanlarca iki kat daha fazla geliştirilir…” cümlesini aktarır. Bacon’a göre felsefi çaba, zihinsel bir etkinlik iken; bilim, doğanın çıplak bir biçimde kavranması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kitabın ilerleyen sayfalarında ise

Francis Bacon’un “Doğanın Kavranması ve İnsanoğlunun Doğa Üzerindeki Egemenliğine Dair Özdeyişler” başlığı altında sözlerini görüyoruz.

Galileo ile ilgili metin,  Galileo’nun “İnsanın kavrayış ve keşif yeteneklerine kim sınır koyabilir?” sorusuyla başlar. Kitapta Galileo ile en ilgi çekici kısım “İki Temel Dünya Sistemi, Ptolemaios ve Köpernik Sistemi Hakkında Diyaloglar” dır.

Bu eseri incelediğimizde Galileo’nun düşüncelerine  en yakın isim olarak görülen Salviati’nin, olduğunu görüyoruz. Salviati’nin tam tersi görüşler öne süren Simplicio ise Aristoteles Okulu‘nun skolastik temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.  Simplicio, Galileo tarafından kendisine muhalif olan kesimi temsil etmek amacıyla diyaloğa dahil edilmiş bir isimdir. Diyalogun son kahramanı Sagredo ise, her iki tarafa sorduğu sorularla konuşmaları yönlendiren tarafsız bir isimdir.

Thomas Hobbes’la ilgili kısımda ise 1640 yılında İngiltere’de devrim ve 1642 yılında iç savaş çıktığında ülkesini terk etmek zorunda kaldığını fakat Cromwell’in savaşı kazanmasıyla birlikte ülkesine geri döndüğü aktarılır. Bu olaylar onun insana bakış açısını da etkilemiştir. Kitapta  bu satırları okuduğunuzda Hobbes’un “insan, insanın kurdudur” sözünü neden sarf ettiğini daha iyi anlıyorsunuz. Müellif; Hobbes’un,  Bacon’un düşüncelerini sistemli hale getiren düşünür olarak nitelendirdikten sonra Marx’ın düşünürün her şeyi maddeye indirgeyen katı determinist anlayışına işaret ettiğini ifade eder.

Kitaptaki önemli bölümlerin başında ise “Madde Üzerine” metin gelmektedir.

Biraz daha ilerlediğimizde kitapta,

René Descartes ile de karşılaşıyoruz. Yazar, Cogito, ergo sum!”un varlık olmanın temel düsturu olduğunu vurguladıktan sonra onun büyük bir materyalist olduğunu ve “Düşünüyorum, o halde varım!” sözüyle de idealizme nasıl kapı araladığının izini sürmektedir. “Eserlerinden Seçmeler” başlığı altında ise “Felsefenin Temel Prensipleri Hakkında Meditasyonlar”, “Doğru Akıl Yürütme Yöntemi Üzerine Çağrılar” ve  “Felsefenin Prensipleri” adlı metinler yer almaktadır.

Kitabın ortalarından itibaren,

1649 İngiliz Devrimi’nin önemli karakterlerinden birisi olan John Milton’la karşılaşıyorsunuz. Kitabın “Eserlerinden Seçmeler” adlı kısmında ise  “Özgürlüğün Savunulması” ve  “1644 yılında İngiliz Parlamentosuna hitaben yaptığı konuşma” yer almaktadır.

Kitabın, yaşadığı yüzyılda müntesibi olduğu Yahudi cemaatinden aforoz edilen Baruch de Spinoza ile devam eden bölümünde ise;

düşünürün Doğu ve Batı felsefesinin bir sentezini oluşturma gayreti içinde olduğu ve aforozdan sonra geçimini sağlamak için mikroskop ve teleskop üretimine yöneldiği aktarılmaktadır. Kitapta Spinoza’nın felsefesi için “Hah, işte şudur!” diyemeyeceğimiz ifade edilmektedir. Yazara göre filozofun düşünceleri, 17. yüzyıl devrimler çağının konumunu yansıtır. Spinoza’nın panteist düşüncesinin İslami materyalistlerle (Dehriyecilerle), Mutezile, İbn Rüşd, Vahdetivücut, Hallac-ı Mansur’la nasıl benzerlikler gösterdiği dile getirilmekle birlikte mantık bilimine katkısı da vurgulanmaktadır.

Kitabın ilgi çekici bölümü ise onun sağlam bir materyalist olmakla birlikte bir ateist olarak ele alınmasıdır. Filozofla ilgili bu belirleme, onun dinlerin kaynağını, insanın doğa karşısında yenilgisine dayandırılmaktadır. Kitapta Spinoza’nın “Mantığın Arındırılması” ve “Geometrik Yöntemle Açıklanan Etik” adlı eserlerinden iki ayrı felsefi metin yer almaktadır.

Kitabının sonlarına doğru ise

İngiliz Devrimler Çağının diğer önemli filozofu olan John Locke ile karşılaşıyoruz. Lockela ilgili dikkatimizi çeken önemli anekdotlardan bir tanesi, 1671 yılında yazmaya başladığı “İnsan Aklı Üzerine” adlı başyapıtını tam 19 yıl sonra bitirmiş olmasıdır.

Kitapta, Locke‘un bilgi kuramının üç temel tezi sıralandıktan sonra “İnsan Aklı Üzerine Bir Deneme”, “Düşüncelerimiz Nereden Gelir”, “Hükümete İlişkin İnceleme” ve  “Bilimin Yeni Amaçları ve Yöntemleri”  eserlerinden seçme metinler yer almaktadır.

Bununla birlikte kitapta;

Friedrich Leibniz’in, “monad” kavramı üzerine geliştirdiği ontolojisindeki başarısı, onun dehasına, diyalektik ve evrim üzerine  analizlerine dayandırılmaktadır.

Kitap nihayetinde;

Jean Meslier ve Charles Montesquieu gibi iki önemli düşünürlerle sayfalarını kapatmaktadır. Meslier; papaz, tanrıtanımaz ve ütopik bir sosyalist olarak resmedilmektedir. Kitapta Meslier’in yıllarca din adamı olarak görev yaptıktan sonra, dinlerin ve skolastik açıklamaların içerdiği çelişkileri ve tutarsızlıkları görmesi ile birlikte felsefi alanda dini ideolojiye karşı materyalizmi öne çıkardığı vurgulanmaktadır. “Eserlerinden Seçmeler” başlığı altında ise Meslier’in “Sağduyu-Tanrısızlığın İlmihali” adlı bir çalışması yer almaktadır.

Kitabın bizlere tanıttığı son düşünür ise

Charles Montesquieu’dur. Düşünürün yaşadığı 17. Yüzyıl, Fransa’da köhnemiş düzene karşı mücadele bayrağının yükseltildiği bir yüzyıldır. Bu savaş, en temelde Katolik Kilisesi’ne karşı verilmekle birlikte süreç, Fransız Devrimi ile tamamlanacaktır. Bu devrimci kuşağın en önemli temsilcilerinden birisi de Montesquieu’dur. Kitapta, filozofun İran Mektupları” adlı eseri ile feodal despotik rejime karşı çıktığı, Roma İmparatorluğu üzerine yazdığı eseriyle de toplum bilim alanına öncülük yaptığı aktarılmaktadır. “Yasaların Ruhu” adlı eserinin kilise üzerinde nasıl bir sarsıcı etki bıraktığı ve egemen ideolojinin temsilcileri tarafından nasıl bir baskıya maruz kaldığı bilinmektedir. Leibniz’in monade öğretisinden etkilenerek kaleme aldığı bu eserinin, Hegel üzerindeki etkisinin yadsınamayacağı ise kitapta ayrıca aktarılmaktadır.


NOT: Bu tanıtım ve değerlendirmelerim, ilgili eserin III, IV ve V. ciltleri ile bir sonraki yazımda devam edecektir. Bizi takip etmeye devam edin… KEYİFLİ OKUMALAR…

MESUT ERDEMİR – 2019/Kasım

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.