• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Tarih / History
Tarih /  History
thehistorian3409@gmail.com
Cumhuriyet’in İlanı Üzerine
  • 0
  • 331
  • 29 Ekim 2019 Salı
  • 1 Puan2 Puan3 Puan4 Puan5 Puan
  • +
  • -

Atatürk daha Samsun’a gitmeden evvel onun “Cumhuriyetçi” olarak fişlendiği bilinse de Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki ilişkileri, İtilaf Devletleri’nin dikkatini çekecek faaliyetlerden kaçınması ve Mondros Mütarekesini takip eden süreçte Tehçirde parmağı olanlara ve İttihatçılara karşı gerçekleştirilen kovuşturmardan İttihatçı olmaması ve Tehçirde rol oynamaması gerekçesiyle sıyrılması Mustafa Kemal Paşa’ya Samsun yolunu açmıştır. Samsun’daki ilk örgütlenme faaliyetiyle başlayan Milli Mücadele Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın imzalanmasına kadar devam edecektir. Fakat imzadan önce Lozan’a gitmeden evvel Tevfik Paşa’nın Ankara hükümetine yaptığı “beraber katılalım” teklifi 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat’ın kaldırılmasının önünü açacak zemini oluşturmuştur. Saltanatın kaldırılmasıyla beraber aynı zamanda bir rejim sorununu da meydana getirmiştir. Yeni yönetim saltanatı kaldırarak monarşiye son vermişti belki, ama Abdülmecid Efendi’nin halife seçilmesi ile Cumhuriyet’in ilanı arasında geçen süre içerisinde devletin yönetim biçinin ne olacağı ise bir merak konusuydu. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi parlementer ve halk iradesine dayanan bir sistemin habercisiydi ama henüz Cumhuriyet’in ilan edileceği dedikodu aşamasını geçememişti.

Yukarıda bahsettiğimiz süreç Mustafa Kemal Paşa’nın kafasındaki sistemi hayata geçirmek için bir hazırlık dönemidir. Saltanat kaldırılırken yaşanan milletin geleceğini  yönlendirecek köklü devrimlerin mevcut kadro ile yapılamayacağını göstermektedir. Atatürk her işte yaptığı gibi meşruluüa yönelmiş ve halk ile görüşerek onların görüşlerini alma yoluna gitmiştir. Halkla yaptığı görüşmelerde Milli Mücadele’de elde edilen başarının bir kişinin değil bütün milletin başarısı olduğu ve bu sonuca sahip çıkmalarını öğütlemesi kurmak istediği sistemin işaretlerini de vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mart 1923 tarihli şu meclis konuşması halk iradesinden artık geri dönülemeyeceğinin ifadesidir:

“Efendiler kurtuluşumuzun ilkesi olan Misak-i Milli’yi tarih sayfasına yazan, milletin demir elidir. Alınan sonuca da milletin kendisi yol gösterici olacaktır. Millet yalnız kendi kolları ve kendi kanıyla değil, aynı zamanda başı ve kendi dimağıyla kazandığı hakimiyet ve istiklalini  son felakete kadar büyük bir saffet ve gafletle kendisine, rehber tanıdığı derin teslimiyetle şahıslara ve kişilere artık emniyet edemez. Millet bundan sonra hayatına  ve istiklaline ve bütün varlığına bizzat kendisi kurtarıcı olacak ve bütün vatan sathında yine kendisi ve kendi iradesi hükümran olacaktır.”

Bununla beraber millet iradesine karşı yönelen tehditlerin ortadan kaldırılması ve Hakimiyet-i Milliye‘nin ne pahasına olursa olsun savunulması gerekmektedir:

“Hiç şüphe yok devletimizin ebediyen devam etmesi için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, memleketimizin refah ve mesuliyeti için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz ve istikbalimiz için ve mukaddesatımız ve herşeyimiz için behemehal en kıskanç hislerimizle, bütün dikkatimiz ve bütün kuvvetimizle Hakimiyet-i Milliyemizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

Lozan görüşmelerinde İtilaf Devletlerinin dayatmalarının Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmez bulunmasıyla barış kararının milli egemenliğin temsilcisi Büyük Millet Meclisinin oy birliğiyle seçime gitme kararı alması demokrasi açısından önemli bir adımdır. Yeni idarenin milli egemenlik esasına dayanadığı bir kere daha tespit edilmiş ve Mustafa Kemal Paşa şu sözleriyle icraatını pekiştirmiştir:

“Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devletini kuran Türkiye halkında padişah yoktur, diktatör yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz.”

15 Nisan 1923’te çıkarılan kanunla saltanatın kaldırılması ve egemenliğin vazgeçilmez ve devredilemez temsilci şekilde Büyük Millet Meclisince temsil edildiği esasına karşı söz, yazı veya fillerde direnen ve kargaşa çıkaranların vatan haini olacakları kabul edilmiştir.

Yapılan seçimler neticesinde yeni dönem meclisin neredeyse tamamı Müdafa-yı Hukuk grubundan oluşmaktaydı. Bu seçim aynı zamanda halkın Mustafa Kemal Paşa’ya olan güvenini de göstermektedir. Bu güvenle hareket eden Gâzi Paşa radikal adımlar atmadan milletin eski sistemin kalıntılarının gölgesininde kurtulunamacağını biliyordu. Cumhuriyet’in ilanı hem rejimi kesinleştirecek hem de kitlelerin egemenliğine sahip çıkma bilincini arttıracak bir gelişme olacaktı.

Daha meclis açılmadan idari sistemi belirleyen anayasal düzeltmeleri devrin uzman hukukçularından alarak hazırlamıştı. Ali Fethi Bey Hükûmeti 27 Ekim 1923’te karşılaştığı sorunlar neticesinde şu gerekçelerle istifa etmiştir:

“Türkiye Devleti’nin karşısında bulunduğu iç ve dış önemli ve zor görevleri kolaylıkla sonuçlandırabilmesi için gayet kuvvetli ve Meclisin tam desteğine sahip bir Vekiller Heyetine kesin ihtiyaç duyulduğu kanaatindeyiz. Bunun için Yüce Meclisin her bakımdan güven ve desteğine dayanan bir hükûmetin kurulmasına hizmet etmek amacıyla istifa ettiğimizi derim hürmetlerimizle arzederiz efendim.”

Hükûmetin istifasının açıklanmasının ardından ve 28 Ekim günü meclis üyeleri yeni hükûmet listeleri hazırlandı. Fakat hiçbir grup bütün meclis tarafından kabul edilecek ve kamuoyunca iyi karşılanabilecek isimlerin yer aldığı bir aday listesi belirleyemiyordu. 28 Ekim günü Parti İdare Heyeti Başkanı Fethi Bey bir aday listesi sundu. Mustafa Kemal Paşa bu listeyi uygun buldu fakat listedeki şahısların da görüşlerinin alınması gerektiğini ifade etti. Mustafa Kemal Paşa’nın bu teklifi uygun görüldü. Mesela Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey davet edildi. Yusuf Kemal Bey bu listeye giremeyeceğini ifade etti. Burdan anlaşıldı ki Parti İdare Heyeti de net ve kabul edilebilecek bir aday listesi oluşturulamıyordu.  Türkiye 27 – 28 Ekim 1923 tarihlerinde hükûmetsiz kaldı. Mustafa Kemal Paşa bu krizi aşmak için son kozunu 29 Ekim 1923’te oynamış, 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya’daki yemekte “yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi. Kafasındaki plan ise şudur:

“Yarın Grup toplanınca gene bir sonuç alamamış olacaklar. O zaman, Kemalettin Paşa, sen söz al, kürsüye çık ve ‘Günlerdir bir buhran içinde bocalayıp duruyoruz, birü hükûmet üzerinde anlaşamıyoruz. Bütün bir dünya da bizi gözlüyor. Bu durum, ilelebet böyle gidemez. Bu grubun bir partisi, bu Meclis’in bir başkanı var. Her ikisinin de başkanı Mustafa Kemal. Çankaya’da oturuyor. Ona başvuralım, gelsin o bu sorunu çözsün!’ de, yerine otur. Ben92 bu davet üzerine Meclis’e gelir, çözüm önerisi sunarım.”

Hemen ardından Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ile beraber gece yalnız kaldıktan sonra 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununda değişiklik yaparak yeni bir kanun tasarısı hazırladılar. Plan üzerine Mustafa Kemal Paşa Meclis’e davet edildi ve  bu tasarıyı 29 Ekim 1923’te Meclise sundu. Bu tasarıda Çağdaş devletlerde her bakanın tek tek oylanmadığını, bütün hükûmetin tek bir liste halinde onaylandığını ifade ettikten sonra Vekiller Heyeti’nin seçilmesindeki güçlüğün giderilmesi için kabine sistemi öneriliyordu Çünkü her grup kendi adayını öne sürerek içinden çıkılmaz bir sonuç ortaya çıkarıyordu. Bu teklif aynı zamanda Cumhuriyet hükûmeti anlamına da geliyordu ki bu teklif “yaşasın Cumhuriyet” nidalarıyla kabul edildi.

Cumhuriyet ilan edildiğinde lider konumda olup Cumhuriyetin ilanına muhalefet edebilecek kişilerin Ankara dışında olmaları dikkat çekicidir: Karabekir Paşa İstanbul’da 1. Ordu’nun başında, Ali Fuat Paşa Konya’da 2. Ordu’nun başında, Rauf Bey İzmir’de annesini ziyaret ediyordu, Refet Paşa da İstanbul’daydı.

Bu sürecin doğal bir sonucu olarak da 158 millet vekilinin oy birliğiyle Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Artık yönetim sistemi netlik kazanmıştır. Cumhurbaşkanı seçilmesiyle aynı gün mecliste şu konuşmayı yapmıştır:

“Muhterem arkadaşlar! Mühim ve cihanşümul(evrensel) hadisat-ı fevkalade(olağanüstü olaylar) karşısında muhterem milletimizin teyakkuz ve intibah-ı hakikisine bir vesika-i kıymettar olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun bazı maddelerini tavzih(açıklama) için encümen-i mahsus (özel encümen) tarafından heyet-i celilenize teklif olunan kanun layihasının kabulü münasebetiyle  Yeni Türkiye Devletinin zaten ve cihanca malum olan, malum olması lazım gelen mahiyeti, beynelmilel(uluslararası) maruf unvanıyla yadedildi. Bunun icabat-ı tabiiyesi(doğal icabı) olmak üzere, bugüne kadar doğrudan doğruya Meclisinizin riyasetinde bulundurduğunuz arkadaşınıza ifa ettirdiğiniz vazifeyi Reisicumhur unvaniyle yine aynı arkadaşınıza, bu aciz arkadaşınıza tevcih buyurdunuz.

Bu münasebetle şimdiye kadar mükerreren hakkımda izhar buyurmuş olduğunuz muhabbet ve samimiyet ve itimadı bir defa daha göstermekle yüksek kadirşinaslığınızı ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı heyet-i celilenize bütün samimiyet-i ruhiyemle arz-ı teşekkürat ederim.

Efendiler, asırlardan beri şarkta ve garpta mağdur ve mazlum olan milletimiz, Türk Milleti, hakikatte meftur olduğu hasailden muarra telakki ediliyordu. Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak kendi hakkında  suizanda bulunanların ne kada gafil ve ne kadar tetkikten uzak, zevahirperest insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu evsaf ve liyakatini hükûmetinin yeni ismiyle cihan-ı medeniyete daha çok suhuletle izhara muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti cihanda işgal ettiği mevkiye  layık olduğunu âsarı(eserler) ile ispat edecektir. Arkadaşlar bu müessese-yi âliyeyi vücuda getiren Türk Milletinin son dört sene zarfında ihraz ettiği(kazandığı) zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere tecelliyatını gösterecektir. Âcizleri mazhar olduğum bu emniyet ve itimada kesb-i liyakat etmek için pek mühim gördüğüm noktadaki ihtiyacımı arzetmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, heyet-i âlinizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının, müzaheretinin devamıdır. Ancak bu sayede ve Allah’ın inayetiyle, şahsıma tevcih buyurduğunuz ve buyuracağını vezaifi(vazifeleri) hüsn-ü ifaya(iyi şekilde yerine getirmeye) muvaffak olabileceğimi ümidederim. Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine, çok samimi ve sıkı bir surette yapışarak onların şahıslarından kendimi bir an bile müstağni(yeterli) görmeyerek çalışacağım, milletin teveccühünü daima nokta-ı istinat telakki ederek, hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Görüldüğü gibi bir hükûmet bunalımının sonucunda belki de uzun zamandır var olan sistemin adının koyulması sonucunda günümüze kadar devam eden bir rejim ortaya çıkmıştır. Bu sistem ise halk iradesine dayanan Cumhuriyet rejimi olmuştur. Mustafa Kemal’in kendisini ve sistemini anlayan kişilerden birisi de İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Percy Loraine olmuştur:

“… Kimileri Atatürk’ü diktatörler arasında saymıştır. Bence bu görüş yanlıştır ve yanlış yola götürür. Her ne kadar hiç kimse Hitler ve Mussollini için kullandıkları bu deyimi Atatürk’e yakıştırmakta sakınca görmeseler de, diktatörün ne demek olduğunu zamanımızda tam olarak tanımlayabilen yoktur. Ben, Atatürk’e Hitler ve Mussollini gibi “diktatör” sıfatının yakıştırılmasına şiddetle karşı çıkıyorum.”

Atatürk’ü niçin bu sıfatlardan uzak gördüğünün sorulması üzerine Loraine:

“Bunun pek çok nedenleri var. En önemlisi şudur ki Atatürk, bilinçli olarak kendi varlığını kendisinden sonra da hayatta kalabilecek bir sistem kurmaya adamıştı. Kendisinden sonra da yaşayacak bir hükümet sistemi ve yönetim kurmaya çabalıyordu. Bunu kendi görünüşlerine uymaya halkı zorlayarak değil, doktrinini öğretmeye, ideallerini açıklamaya çalışarak yapıyordu. Kurtuluş Savaşı’nda çalışma arkadaşlarıyla birlikte işleri tasarlarken ulusun egemenliğini Büyük Millet Meclisi’nde toplamıştı. Meclis üyeleri halkça seçiliyordu. Cumhurbaşkanı da dört yılda bir seçiliyordu. Meclis, yasama ve yürütme güçlerine de sahipti.”

 

 


 Ekim/2019

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • YENİ
  • YORUM
Yazarlar tarafından sitede yayınlanan tüm yazılar, resimler ve videolar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir.