Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Prof. Hatice Nur Beyaz Erkızan

21.YÜZYIL AYDINLANMASI, ARİSTOTELES VE CHP ÜZERİNE

“Siyasetin bir kenti/toplumu/ülkeyi yönetmesinden dolayı aynı zamanda Tanrıları da yönettiği söylenemez.” (Aristoteles)

“Seçkin insanlar/adamlar tarafından gerçekten özgürleştirildik ama özgür değiliz.” (Cicero)

Aristoteles, Metafizik adlı eserinin ilk satırında şöyle der: “İnsan var oluşu gereği bilmek ister, bilmeyi arzular”  Şimdi; bilme etkinliğinin anlamı ve içeriği zaman ve mekâna ilişkin olarak ne kadar değişirse değişsin, değişmeyen insanın bilme arzusuna sahip olduğudur. Ancak; bu,  insanın doğası gereği, doğal olarak bilmeye otomatik olarak yöneldiği anlamına gelmez. Çünkü insan olan değil, olabilen bir varlıktır.  Olmayı gerçekleştiremeyen insan potansiyel olarak ışık saçma yeteneğine sahip olsa da bunu etkin kılamadığı için sürekli karanlıkta olandır. Bir insanın iyi dans etme yeteneğine sahip olması önemlidir; ama etmediği sürece kişi için bunun anlamı yoktur. Aynı biçimde; iyi düşünme yeteneğine sahip olunabilir; ama bırakın diğer insanları ve dünyayı, kendi hakkında düşünme cesaretini gösteremeyen için böyle bir yeteneğe, potansiyele sahip olmanın hiçbir değeri ve anlamı yoktur. İnsan biyolojik bir varlık olarak vardır; ama insan olabilmesi için kendine değerler yaratması, seçmesi, onlar için sorumluluk alması ve de onları “var etmesi” gerekir. Dolayısıyla; insan olan bir varlık değil, olabilen bir varlıktır. Ne olduğumuz; ne yaptığımızın veya yapabildiğimizin toplamıdır; başka bir şey değil.

Tarihsel olarak bakıldığında birbirinden farklı üç aydınlanma döneminden ve anlayışından söz edilmesi mümkün görünür. Denilebilir ki; I. Aydınlanma M. Ö. 6 yüzyılda bugünkü Ege kıyılarında, Anadolu’da ortaya çıkan ve esas olarak var olanların anlaşılabilir/bilinebilir  olduğunu ifade eder. II. Aydınlanma olarak tanımlanabilecek tarihsel/düşünsel döneme bakıldığında ise, onun kendini ‘varlığı ve hayatı kapatan’ Orta Çağ anlayışına karşıt olarak Ockhamlı William’ın nominalizmi ile duyurduğu söylenebilir. İnanç alanı başka bilgi alanı başkadır deme anlamına gelir demektir bu…kavramların değil, var olan her bir şeyin var oluşunu teslim etmedir…  Önemli ölçüde ve esas olarak, I.  Aydınlanma’nın ruhunu izleyen Rönesans ve 18. Yüzyıl Aydınlanması hiç kuşkusuz ki birçok bakımdan çok önemli olmakla birlikte ne yazık ki insanın insana ve insanın varlığa tahakkümünü sonlandıramadı… sonlandıramazdı belki de… Afganistan’da Taliban’a destek yürüyüşü düzenleyen kadınlar, özgürlüğü için mücadele yerine Amerikan uçağının kanatlarına sığınanları Amerika/Avrupa nasıl özgürleştirebilirdi…

Dolayısıyla 21. yüzyıl Aydınlanması veya III. Aydınlanma olarak da tanımlayabileceğimiz yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğu açıktır. Bu ‘Aydınlanma’ varlığa ve insana  hükmetmenin/tahakkümün  olmadığı bir zemin üzerinde yükselmeyi olanaklı kılma sorumluluğu ile karşı karşıyadır.  İşte tam da bu bağlamda  Atatürk’ün Devrimleri’ni/Türk Aydınlanma Devrimi’ni radikal bir biçimde yeniden düşünmemiz gerekir. Çünkü kavrayışı değiştirmeden içinde bulunulan durumları değiştirmek pek olası görünmüyor. M. Kemal Atatürk’ten esinlenerek söylenecek olursa “Kavrayış koşullardan önce gelir. İnsan makus talihini yenmek istiyorsa önce kavrayışını değiştirmek zorundadır.”

Şimdi III. Aydınlanma bağlamında günümüze gelince…Özellikle Avrupa parlamentosu seçimlerinin sonucu birçok bakımdan alarm vericidir ve üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Çünkü evrenselci, göçmen yanlısı, küreselci,  yeşilci, kozmopolitizmi ve farklı cinsel tercihleri onaylayan tutumları destekleyen tüm partiler kaybetti. Macron parlamentoyu fesh ederek seçime gitme kararı aldı, Belçika başbakanı üzgün olduğunu söyledi…Almanya’da aşırı sağcı parti ikinci sıraya yerleşti… Bazıları zaten Avrupa’nın çoktan bittiğini söylemeye başlamışlardı…

Neler oluyor, niçin oluyor…tüm bunların anlamı ne? Yukarıda kısaca ifade edilen aydınlanma analizi aslında yeni bir aydınlanma anlayışının gerekliliğini, yeni bir paradigmanın zorunluluğunu duyuruyor. Neden mi…Çünkü I. vee II. Aydınlanma  bir anlamda üstten/jakoben bir aydınlanmaydı; doğal ve zorunlu olarak…Bir grup Anadolulu  bilim insanı/filozof/ ve şair dünyayı aklın ışığında açıklama gibi insanın tarihinde bir devrim gerçekleştirmişti… Kesintiler olsa da, dünyanın her yerinde bu devrim gerçekleşmese de onun sonuçları tüm insanları etkiledi…eldeki bilgisayar ve telefonlar, antibiyotiğin kullanımı ve hepsinden de tartışılmazı herkesin aydınlanmak için elektrik düğmesine basması…Anadolu Aydınlanması’nın sonuçlarıydı bunlar…bu Aydınlanma  Rönesans ile başka bir biçime evrildi…var olanın akıl ışığında anlaşılma çabası bu kez esas olarak  insana yöneldi; insanın bir insan olarak sahip olduğu hakları merkeze aldı…demokrasi bir etik-estetik değer olarak kendini kabul ettirdi…herkes demokrat, herkes demokrasi sevdalısı…ırkçısı, dincisi, dinsizi, kadını, erkeği, az gelişmişi, çok gelişmişi…pazarcısı, profesörü…sandalcısı…neredeyse herkes…Büyük çoğunluğu müslüman olan Türkiye bile bazılarınca bir Hıristiyan Kulübü olarak nitelenen Avrupa Birliği’ne girmeyi canla başla istedi ve hala da istemektedir…

Şimdi demokrasi iyi birşey, teknoloji başarının bir alanı olarak görülüyorsa neden hala dünyada ve ülkemizde okuma-yazma bilmeyenlerin çoğunluğu kadın, neden trafik kazalarında çok sayıda insan hayatını kaybediyor, neden demokrasi bizleri bir türlü ‘insan etmeye’ yetmiyor…neden Avrupa’da I-II Aydınlanma’nın değerleri çürüme tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor…Avrupa neden demokratik olarak can çekişiyor… Neden demokrasi bizi iyileştirmiyor veya iyileştiremiyor…

CHP bu evrensel gelişmeleri izliyor mu… Dünya politik arenasındaki oluşumlar onun kaygısını oluşturuyor mu yoksa yalnızca Avrupa’da çoktan zemin yitiren standart sosyal demokrat şarkıları mı terennüm ediyor… CHP’nin düşünsel zemini nedir; nasıl bir ülke ve insanlık ufku söz konusudur… Herkese bol maaş vaadi, belediyelerin birer hayır kurumuna dönüştürülmesi, söylem kısırlığının Mustafa Kemal Atatürk ile telafi edilmeye çalışılması; yani  CHP’nin felsefesizliği… Bunlar onu daha ne kadar  taşıyabilir…

Haksızlık olmasın CHP’ye… Avrupa da I. ve II. Aydınlanma’yı aşamadı.  Çünkü var olanı ve yaşamı akılla anlama çalışması önemli ama yeterli değildi. Rönesans yaşamın kendisini de aklın ışığında kurmaya yöneldi ama görünen o ki o da çok önemli eksiklikler içeriyordu.

Ne yapmalı o zaman… Yeni bir aydınlanma… III. Aydınlanma?

İşte bunun için bazı ilkeler! Yeni bir insan anlayışının ilkeleri…

-Kendini bir değer olarak gören

-Kendinden başlayabilen

-Öğretilen değil, öğrenen

– Uman değil, umut eden ve gerçekleştiren

-Var oluşunun olanaklarının farkında olan ve onları gerçekleştirmeye yönelen

-Ne bir  ideolojinin, ne bir inancın, ne hazlarının kölesi olan

-Söylemlerin taşıyıcısı değil, yaşamın ve yaşamının öznesi olan

– Kendisin kurumlar üzerinden kurmayan

– din-karşıtlığı veya  din üzerinden kendini tanımlamayan

-İnsan doğan değil, insan olabilen

-Kendinden başlayan ve kendisiyle tamamlanan; diğerlerini yoksamadan ve yok etmeden

-Kapitalizmin kendini tüketimle tüketen kinetik öznesi değil, kendini inşa edebilen etkin insan olabilen

-Özgürlüğünkilerinin ve haklarının edilgin taşıyıcısı değil, etkin öznesi olabilen

her bir insanın insan olabilmeye yönelmesi… aydınlanmanın en küçük ama en vazgeçilmez ilkesi olması…

Bunun için de genel olarak siyasetin politikaya evrilmesi gerekir. Siyaset insanı kendi ürettiği söylemin aracı olarak edilgenleştirir.  CHP siyaseti terkedip politikaya dönerek hem kendi ülkesini III. Aydınlanmaya taşıyabilir ve hem de Liberal Avrupa’nın karanlık çöküşüne ışık olabilir…Bunun için de halihazırda III. Aydınlanma’nın  bilgesi Atatürk’ün yaptıklarına bakmasıyla…nasıl mı…kısa bir anektod:

M.Ö. 5- M.Ö.500-428- yüzyılda İzmir’e yakın bir yerde (Klazomenai- Göladası-İzmir  yaşamış olan büyük Anadolulu  bilim insanı/filozof Anaksagoras Perslerle girilen savaş sonucu Atina’ya gitmek zorunda kalır. Ancak Anaksagoras çok geçmeden burada tanrıtanımazlık, casusuluk ve yöneticilere kumpas suçlamalarıyla karşılaşır. Tanrıtanımaz olarak suçlanmasının nedeni evrenin büyük bir patlama sonucu meydana geldiğini  söylemesidir. Yani bugün fizikçilerin kabul ettiği Büyük Patlama  kuramını bin yıllar önce ortaya atmasıdır. Ona göre, Atinalıların Tanrı olarak kabul ettikleri güneş, ay ve diğer gök cisimleri Büyük Patlama’nın sonucu olarak meydana gelmişlerdi. Anaksagoras bu görüşlerinden dolayı dinsizlikle suçlanır ve yargılanır. Yargılama ve sonuçları konusunda rivayet muhteliftir.  Satyrus’a göre, Anaksagoras çocukları ile birlikte ölüme mahkum edilir ve bu karar yargıçlar tarafından kendisine bildirildiğide şöyle der:

“Doğa, beni ve onları çoktan ölüme mahkum etmişti.”

Çocuklarının öldürülme kararını ise şu sözlerle karşıladığı söylenir:

“Ben onların babalığını yaptığım zaman zaten ölümlü olduklarını biliyordum.”

Demetrius da onun çocuklarını kendi elleriyle gömdüğünü söyler. Ölüm sırası Anaksagoras’a geldiğinde ise yargıçlar ona son arzusunu sorduklarında şöyle dediği aktarılır:

“Her yıl benim ve çocuklarımın ölüm ayına denk gelen bu ayda çocuklar için bayram yapılsın.”

Bu son arzu, bu topraklarda hala yaşıyor. Ne ilginç ne büyük mutluluktur  ki yine bu topraklardan biri, Mustafa Kemal Atatürk, çocuklara bir bayram armağan ediyor. Çünkü o, yaşadığı toprakların düşünsel öyküsünü biliyor…O, bir intellectual slumming; yani yaşama ve ülkesine bir entellektüel kibirle yaklaşan, ona ilişkin kaygılarını kısa bir  gecekondu ziyareti ile süsleyen değildir. Başkalarının aydınlanmaları ile aydınlanılamayacağını, bunun için kendi topraklarındaki düşünceden hareket etmek gerektiğini bize gösteren yaşamı bu bakımlardan başlı başına bir üçüncü aydınlanma gerçekliğidir. Dolayısıyla hem bireysel olarak ve hem de ülke bağlamında ‘çöken liberal Avrupa’ya’ bakmaya gerek yok… birilerine bakmaya gerek yok…Kendimize bakmayı başarmak durumundayız… o zaman belki Avrupa bize bakar… Neden olmasın… neden CHP hayır kurumu felsefesini geride bırakıp bu üçüncü aydınlanmanın örneği olmasın… Asgari ücret, bedava öğle yemeği,  çalışmadan yalnızca canlı kalmaya yetecek düzenli maddi gelir… Avrupa bunlarla çöktü… ONLARIN YERİNE:

Her insanın insan olabilme olanağını sağlama ama insanın insani var oluşunu gerçekleştirmeyi insana bırakma… İşte CHP bir tek bundan sorumlu olmayabilir… işte o zaman demokrasi erdemli ve  insan da etkin bir varlık olabilir…

Yukarıda alıntılanan Cicero’nun  elzem sorusunu trajik bir biçimde dönüştüren C. Çevik’in sorusu ise şudur:

Peki, özgürleştirildiğimiz veya kurtarıldığımız (liberati) halde, nasıl oluyor da özgür  olmayabiliyoruz? [i]

Buna III. Aydınlanma için elzem olan şu soru eklenebilir:

Peki, insan olarak doğduğumuz halde nasıl oluyor da insan olmayabiliyoruz?

Artık soru  insan için budur…aranan bu sorunun yanıtıdır…ya yanıtlar ve yaşarız ya da…


Prof. Hatice Nur Beyaz Erkızan – 2025

[i] Bu konuda şu makaleye bakılması son derece yararlı olacaktır. C. Cengiz Çevik, “Cicero’nun Liberatores’i: Semper Erunt Clari” Arkhe-logos, 2023, 16: 106-124. Yukarıda alıntılanan önerme de ikili yazışmada paylaşılmıştır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER